NİSA SÜRESİ 119
AYETİN BÜYÜKLÜĞÜ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRAHİM…
konumuza
şunu belirterek başlamak isterim..ALLAH CC büyük eseri olan KURANI KERİM
in büyüklüğünü kanıtlama derdi içersinde değiliz.bu araştırmadaki amaç KURANI
KERİEMe BAKIŞ açısını biraz değiştirmektir..Bu değişiklik bazı yazar ve düşünce
adamları gibi kökten bir değişim olmayıp yalnızca bakış açısı yönünde
olacaktır..bizim KURANI KERİMDE VAR OLANI YOK SAYMAYLA İLGİLİ BİR
DEĞİŞİKLİKTİR..
KURANI kerimde HEPSİ
BİRBİRİNDEn mucize sureler içersinde nisa suresi ve 119 ayetle başlamamız bize bu
bakış açımızı neden değiştimemiz gerektiğinede bir kanıt olacaktır..
Hadislere bile
ihtiyaç duymadan kuranı kerimde bulunan yalnızca 1 ayet ateizme ..deizme ..inançsızlığığa tek başına nasıl cevap verdiğni görecek siniz
Birbaşka önemli
konuda .nisa suresinin 119 . ayeti .gayb
konusundada gayba nasıl bakmamız gerektiğininde ayrı bir görüş getirir.bu güne
kadar gaybın mana anlayışını heryere yamamız her konun başına getirmemiz kuranı
kerimden nasıl uzaklaştığımızında bir delil olarak gözler önüne serilecek.gayba
başka bir bakış açısı getirecektir
Bu ayetteki.ALLAH cc hikmetinin ne kadar büyük
olduğunun peygamberimiz HZ MUHAMMED( SAS
)onun elçisi olduğunun inan Müslümanlar için hiçbir sorun teşkil
etmediği ayetler hakkında kimsenin bir şüphesi olmadığını ALLAH CC inanan
kullarının sorgulamadan inandığınıda hatırlatmadan geçemeyiz..
YIL ….5 temmuz 1996 iskoç
bilim adamları dolyy adlı bir kuzuyu kopyaladılar…
Bu haber dünya
basınına düştüğünde konuya vakıf olan yazarlar bilim adamları basın tv haber
kanalları..hatılıyacağınız üzere öyle bir tartışma başlatmıştıki..
kuzunun yaşayıp yaşıyamacağı konusundan
tutunda ..ruhunun nasıl olacağı konularına kadar en ince noktasına kadar
inilmiş tartışmalar ünüversiteler boyutuna çekilmiş hergün bir fikir ortalıkta
dolaşmışt .
her büyük tartışma gibi olayın ciddi mahiyeti
magazin tartışmalarına çevrilmiştir..
bazı ilim adamlarının
tartışma programlarına yaptıkları açıklama ise tartışmanın boyutunu bir nebzede
olsa kurana çevirmesine sebeb olmuştur..
bu açıklamalarda
çıkan sonuçsa özetle şöyledir…
.ALLAH cc dünyayı
sarsan bukadar önemli bir buluşu 1400 yıl evvel kuranı kerimin içine
koymuş..fakat kulları ne yazıkki ilerde
bahsedeceğim bazı önemli sebeb ve sonuç lardan dolayı bundan bi haber yaşamakta bilim adamlarının bu keşfine alkış tutmaktadır . KURANI KERİMİN ALLAH CC
GÖNDERMİŞ OLDUĞU BİR YOL GÖSTERİCİ OLDUĞUNUN ,VE BU KEŞİF İLE TASTİK MÜĞÜRÜNÜ
KOYMUŞTUR...Başta Mekke ve çevresinde nufüsça çok bulunan Yahudi ve putperest
halkın peygamberimiz vahiy yoluyla geln KURANI KERİMİN TECVİTLİ veya tecvitsiz kuranın ayrı bir mistik hava
vermesi içeriğine bakmadan peygamberimizin ALLAH cc dan alıp ilettiği ayetlere ve peyygamberimizeve dinine çamur atmak için içinde şair denmesine yol açtığını herkez
bilmektedir..günümüzün inanmamamkta ısrar eden kafirlerin KURANI KERİMİN bir
şiir kitabı peygamberimiznde şair olmadığına en büyük delildir..
gerçek şöyledir..gerçeğin sahibi ALLAH cc
bütün ilimler ona çıktığını belirtmiş olup..onu görmeyenlerin o istemedikten
sonrada görmiceklerini KURANI KERİMİNDE belirtmiştir..
KPYALAMA KONUSUNA
DÖNÜŞ…
.. kopyalama olayının
İskoçya ile sınırlı kalmaması ileriki yıllarda avrupadaki hemen hemen tüm bilim
adamlarının ilgilendiği bir konu haline gelmesi
sonunda üzlkemize kadar gelmesi bu çalışmalara katkıda bulunmak için istanbul
ünüversitesi rektör mesut parlak tarıfından medyaya verilen haberde ilk kopya kuzunun doğumun
gerçekleşeceği haberi..ve dağa sonra kuzunun yaşamayıp öldüğü konusu bizde bir
sürü tartışmalara yol açmıştır..
İran da İsfahan Royan Enstitüsüdeki üyelerinden Dr. Murtaza Hüseyini, kopyalamanın başarılı olduğu fakat
dünyadaki diğer örnekleri gibi çok kısa surede öldüğünü açıklamıştır..
Aslında karşıdan
bakıldığında konu ilm dir ve ben insanlar ın yararına yapılan hertürlü ilmi
çalışmanın yanındayım ama asıl amacın dışına çıkmadan..ama şuan görüyorum ki
bilim saf temiz haliyle insanlar için yapılan ilm olduğu gibi bunun altında
kötü kapitalist amaca hitap eden kısmıda çok büyük farkla öne geçmektedir..hatta
bu kapitalizmin amacı artık hastalıklara çare değil bir kazanç kapısına kadar
yükseltmiş bu yükselmenin tatlı bir kar halına almıştır..
Bazı bilim adamları olayı
insanlık için yapmak olduğundan en ufak bir şüphem yok ama bazıları varki onlar
olayı tamamı ile kapatilizme bağlayıp ALLAH CC yaratma gücünün inkarına delil
armakla geçirirler zamanlarını ama ne yazıkki o büyük gerçekten kaçamazlar..
Almanya Federal Tarım Araştırma Merkezi'nin Hayvan
Yetiştirme Enstitüsü'nün bir raporunda şu Almanya
Federal Tarım Araştırma Merkezi'nin Hayvan Yetiştirme Enstitüsü'nün bir
raporunda şu bilgiler yer almaktadır:
bilgiler yer almaktadır:
Doku toplanması kısa
ve basittir. Bir hayvan yerleştirilip gemlendiğinde, kesik
kulak parçası gibi bir doku
örneği saniyeler
içerisinde toplanmış olur. Ayrıca, somatik hücreler tüm türlerden toplanabilir…
Kulağa vurulan damgalar için de kullanılan çentikleyiciler kullanılarak, kulaktan
örnek doku almak suretiyle, sığır, domuz, koyun, keçi, deve ve lamalar için
tek ve aynı prosedür uygulanabilir. Açıkçası, bütün türler için lenfositler
kullanılabilir; fakat kulak kesiğinden alınan somatik hücreler, elde
edilmesi daha kolaydır ve onun için daha çok tercih edilirler.
Kulak dokusundan örnek alınarak
kopyalanan canlılarla ilgili haberlerden bir kısmı şöyledir:
(internetten yapılan araştırma sonucu internetten
alınan bilgi)
- Reuters’in 1 Mayıs 2002 tarihli
raporuna göre, Brezilya’da Sao Paulo Üniversitesi’nde görevli Jose Visintin
adındaki araştırmacı veteriner, bu ülkede ilk kez yetişkin bir dananın kulağından
aldıkları hücreleri kullanarak
klonlanmış embriyolar üretti.2
- BBC’nin haberine göre Güney Kore’li
bilim adamları üç yaşındaki bir Afgan tazısının kulağından alınan
hücre ile Snuppy adında bir köpek
klonladılar. Seul Ulusal Üniversitesi’nde görevli araştırmacılar kulaktan
alınan hücrelerdeki genetik malzemeyi çıkartarak, bunu boş bir yumurta
hücresine yerleştirdiler. Daha sonra bu hücre bölünmesi için uyarılarak bir
embriyo üretildi.3
- BBC'nin bir başka haberinde ise,
Fransa’da, Ulusal Tarımbilimi Araştırma Merkezi'nde, Dr. Jean-Paul Renard ve
meslektaşları tarafından yürütülen araştırmalarda, yetişkin bir danadan alınan kulak hücreleri kullanılarak yeni bir klon üretildi.4
- İnsan Genomu Projesinin resmi
sitesinde verilen bilgilere göre, Şubat 2002'de Advanced Cell Technology (ACT)
adlı biyoteknoloji şirketinden bilim adamları, verici bir dananın kulağından
aldıkları deri hücrelerini kullanarak
bir dana embriyosu klonlama denemeleri yaptılar.5
- Associated Press’in, 24 Ocak 2000
tarihli haberinde, Japon bilim adamlarının ilk kez bir büyük baş hayvanı,
ikinci nesil boğayı klonladıkları bildirildi. İkinci nesil klonlama sırasında,
ilk nesil klonlanmış boğa henüz dört aylıkken kulak derisine ait dokulardan örnekler alındı. Bu hücreler, çekirdeği çıkartılmış
döllenmemiş bir yumurta ile birleştirildi.6
Genetik, embriyoloji gibi bilim
dallarının olmadığı bir dönemde, Kuran'da canlıların yaratılışındaki düzenin
değiştirilmesine "kulak kesme" ifadesi ile birlikte dikkat çekilmesi;
Kuran'ın zamandan münezzeh olan Rabbimiz'in Katından olduğunu gösterir. Ayrıca
ayetin sonunda söz konusu kimselerin Allah'ın yarattıklarını değiştirdiklerinde
hüsrana uğrayacakları da bildirilmektedir. Dolayısıyla ayette bu yönüyle
klonlama çalışmalarının, insanlar için çeşitli sorunlar doğuracağına da işaret
ediliyor olabilir. Nitekim Utah Üniversitesi'nin Genetik Bilimi Öğrenme Merkezi'nin
açıklamalarında şu bilgiler yer almaktadır:
Klonlama başarılarını duyduğumuzda,
sadece sonuç veren birkaç denemeyi öğreniriz. Fakat başarısız olan çok, çok
sayıdaki klonlama deneylerinden haberimiz olmaz! Başarılı olan klonlarda dahi,
problemler sonradan -hayvanın yetişkinliğe gelişimi esnasında- artar.7
İnsan Genomu Projesinin resmi internet
sayfasında verilen bilgiler ise şöyledir:
Yetişkin DNA’sı kullanılarak klonlanan
ilk memeli Dolly, 14 Şubat 2003'te öldü. Dolly ölümüne sebep olan akciğer
kanserine yakalanmıştı ve eklem enflamasyonu nedeniyle sakat kalmıştı...
Klonlama denemelerinin %90 kadarı, yaşayabilecek döl üretiminde başarısızlığa
uğramaktadır... Bu düşük başarı oranının yanı sıra, klonlanan hayvanların bozuk
bağışıklık fonskiyonları, yüksek enfeksiyona yakalanma oranı, tümör gelişimi ve
diğer rahatsızlıklar daha sık görülür. Japonya’da yapılan çalışmalar, klonlanan
farelerin sağlıkları kötü yaşadıkları ve erken öldüklerini göstermiştir...
Klonlanmış canlının gençken sağlıklı gözükmesi de, uzun süre hayatta kalacağı
anlamına gelmemektedir. Klonların esrarengiz bir şekilde öldükleri
bilinmektedir. Örneğin Avustralya'nın ilk klonlanan koyunu öldüğü gün sağlıklı
ve enerjik gözükmüştür ve otopsi sonuçlarından ölüm sebebi tespit edilememiştir.8
Klonlama deneyleri ile ortaya çıkan
riskler genel hatlarıyla şöyledir:
1) Yüksek başarısızlık oranı: Başarı
oranı sadece %0.1-3 kadardır. Bu her 1000 denemede 970-999 başarısızlık
demektir.9
2) Gelişim sırasındaki problemler:
Klonlanıp hayatta kalan hayvanların, çoğu zaman kopyalarına göre organları
anormal derecede büyüktür. Bu da solunum ve kan dolaşımı sorunlarına, sağlıksız
böbrek ve beyin yapılarına, bozuk savunma sistemlerine yol açabilmektedir.
3) Anormal gen okuma düzeni: Klonlar, orijinalleri
ile aynı DNA'ya sahip olmalarına rağmen, klondaki hücre çekirdeği doğal bir
embriyodaki gibi aynı programa sahip değildir. Diğer bir deyişle klonun DNA'sı
normal bir gelişim için gerekli olan doğru genlerin doğru zamanda okunmasını
yapamaz. Örneğin sinir, kemik, kan, deri gibi her hücre çeşidi için farklı bir
program vardır; fakat klon embriyonun genetik programları, doğal bir
embriyodaki gibi sağlıklı çalışmaz.
4) Telomer farklılıkları: Hücreler
bölünürken kromozomları kısalır. Bunun nedeni "telomer" adı verilen,
kromozomun her iki ucundaki DNA dizilimleri, her DNA kopyalaması sırasında
kısalır. Hayvan yaşlandıkça, yaşlılığın bir gereği olarak telomer de kısalır.
Dolayısıyla kopyalanan canlı daha doğduğunda yaşlanmış gibi kromozomları kısadır.
Kopyalama deneylerinde, canlı hücrenin
genetik maddesi kullanılır fakat döllenme yapay yöntemlerle gerçekleştirilir.
Bu yöntemlerle Allah'ın yarattığı üreme mekanizması bozulmakta ve teşhis
edilemeyen hastalıklar, anormal gelişim bozuklukları ve erken ölümlerle
karşılaşılmaktadır. 1400 sene öncesinden bilim adamlarının kopyalama yapacaklarına
dikkat çekilmesi ve bununla insanları bekleyen sıkıntıların vurgulanması,
Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
arçası gibi bir doku örneği saniyeler içerisinde toplanmış olur. Ayrıca, somatik hücreler tüm
türlerden
yukarıdaki raporları incelediğimizde karşımıza çıkan
ve hepsinin birleştiği ortak nokta ve benim üzerinde durduğum kulak memesinden alınan
doku…şimdi bu konuyu kuranı kerimin yüksek ilmiyle
birleştirerek olayın derinliklerine biraz girme zamanı
Müslümanlıkta bu derine girme konusu hep yanlış
anlaşılmış..ibadet eden avam için ..kuranı kerim yada din konusunda bir
tartışma olduğunda ..aman boş verin o konular derin konular deyip islamı hep
kenardan yaşıyanlardan olma yolunu seçmişiz..
Çünkü halkımızda lailaheillah demek le herkezin
Müslüman olabileceğini namazı orucu kıldıktan sonra her şeyin tanalandığı
düşüncesi içersinde olduğundan .kimsenin kuranı kerimi merak etme yazdğının
manasını anlama gibi birderdi hiç olmamaıştır..olmadığından dolayıdırki..ALLAH
CC AYETLERİNDE sıksık tezekkür etme konusunda uyarılarınında havada kalman bir
ayet ler zinciri olarak ortada kalmaktadır..
Derinlikmanası Müslüman toplumun sıyrılıp kurtulduüu
bir konudur..okadar bu konu ruhumuza işlemiştirki ..her namazda okunan FATİHA
suresinin bile anlamı bilmek savunduğumuz derinliklerde o derine girmem ısrarı
içersinde kaybolmaktadır..
İSLAMİYET BİR DERDİR ..İÇİNE GİRMEDEN ISLANMADAN O
DEREDEN NEKADAR ÇOK YARARLANABİLİNİR..İÇERİDE BOYNUNA KADAR GİRMİŞ İNSANLARA
SÜREKLİ NE GÖRDÜN ANLAT NE GÖRDÜN ANLAT DEMEK YERİNE HİÇ OLMAZSSA AYAKLARINI
SOKUP OSUYUN SERİNLİĞİNİ VE HUZURUNU YAŞAMAK DAHA DOĞRU DEĞİLMİ..
nisa suresi 119 ayet
y… Kulağa وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ
آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ vu الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا
مُّبِينًا
Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le
âmurannehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurannehum fe le
yugayyirunne halkallâh(halkallâhi. Ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min
dûnillâhi fe kad hasira husrânen mubînâ(mubînen).
Diyanet İşleri
|
:
|
“Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları
kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için)
hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine
onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı
bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.
|
Elmalılı Hamdi Yazır
|
:
|
Ve lâbüd onları sapıtacağım, ve her halde onları
ümniyyelere düşürüb olmayacak kuruntularla aldatacağım, ve lâbüd onlara emr
edeceğim de hayvanların kulaklarını
dilecekler ve lâbüd onlara emredeceğim de Allahın halkını tağyir edecekler,
ve her kim Allahı bırakıb Şeytanı veliyy ittihaz ederse şüphesiz açıktan
açığa husrana düşmüştü
|
rulan damgalar için de kullanılan
çentikleyiciler kullanılarak, kulaktan örnek doku almak, sığır,..ayeti
güzelce okur ve incelerseniz ayetin içinde geçen ,
koyun, âzâne çkulaklar…., de
le yubettikunne
|
: mutlaka kesecekler, yaracaklar AYETİ KERİMESİ İLE
|
ve ve lamalar için tek ve aynı prosedür
uygulanabilir. Açıkçası, bütün türler için lenfositler kullanılabilir;
fakat kulak kesiğinden alınan somatik hücreler, elde edilmesi daha
kolaydır ve onun için daha çok tercih edilirler.
le
yugayyirunne mutlaka değiştirecekler işte nisa suresindeki
AYET BİRLEŞTİĞİNDE ŞEYTANIN ALLAH cc ne kullarının hayvanların kulaklarını
yaracaklarını ve oyardıkları kulaklardan aldıkları ile yeni canlılar
üreteceklerini ve sonunda ben tanrıyım deyip sana karşı geleceklerini anlattığı
apaçık bir ayettir..
..şimdi insan oğlunun
özellikle ALLAH cc hakkında şüphesi olanlar..yada deizim ataizmi savunanlar
..bu kitap bir hikaye kitabı ve bu kitaptakile bir uydurma olduğunu savunanlar
1400 yıllık bir kitabın 1400 yıl ÖNCE UYDURANLAR BU AYETİ nasıl tam olarak
gelcekte yaşanan bir gerçeği bildiler ..ilmin yüksek teknolijelieri ile çalışan
alimlerin buna verilcek bir cevabı neden yok
bakın ..orta çağdan sonra yetişen alimlerin
100 yıllık tahminlerine göre dünyanın durumunu internet sitelerinde bulabilirsiniz
bu günkü yaşamla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde ki bunlar dünyanın
yetiştirmiş olduğu en büyük bilim adamlarıdır..bunların içersinde einştein
Aristo gibi yabana atılmıcak alimler bulunmaktadır..yüzlerce resimden size
seçtiklerimiz
Yukarıdaki resimlerin internette 100 yıl önce geleceği böyle çizdiler
diye yazdığınızda bulabilirsiniz..görüldüğü üzere yüz yıl sonrasını bile bu
şekilde tahmin eden asrın alimlerinin tahminlerinin uzaktan yakından ilgisi
bulunmadığını hatta ve hatta yanından bile geçmediğini gözlerinizle
görebilirsiniz..
1400 yıl önce peygamber efendimizin 1400 yıl sonra genetik bilimle
ilgili sizlere göre tahmin hikaye yada çıkar uğruna yazılmış bir kitapta bir
delilin bulunmasına vereceğiniz cevaba çok merak ediyorum..
Bu ayetteki düşündürücü başka bir konu………..
“Gayba iman.
.bu güne kadar kuranı kerimde geçen konuların bir
çoğuna gerek ilmi olarak yaklaşan fıkıh alimleri cevabını bulamadıkları
müteşebih ayetler için gaybı ALLAH CC
bilir demişlerdi ki.(.en doğrusu budur) ama bun her konun her ayetin herdini
tartışmanın arkasına koymak günümüzde iki büyük sorunuda birlikte getirmiştir..
Sorunlardan en büyüğü ALLAH CC iletmiş olduğu ayetleri düşünmeye
gerek duymadan olayın üzerinden geçmek .. ALLAH CC büyük emirlerinden olan tezekkür
emrini yerine getirmemek..ğaybı ALLAH BİLİR DİYEREK düşünmeye çalışan kişilere
bile cephe alınmıştır..konu çok nazik hasas bir konu olduğunun
farkındayım..lakin sürekli okumayı ve düşünmeyi emreden kuranı kerime karşı
sorumluluğumuz nasıl tamamlanacak bu konuda bir cevap bulamıyoruz..eğerki
okucaz ve düşüncez noktasında kuranı kerimi tezekkür ve tefekkür etme de neyi
ve niçin yapıcaz..bunu kötü amaçlarla kullananların olduğu günümüzde ..işleri
güçleri kuranı kerimle olan bu kişilerede sen o kuranı brak demekte ne kadar
olumlu olur ayrı bir düşünce konusudur…
Yapmak istediğimiz tirmizinin dediği gibi…(Kim bilgisi olmadığı halde kendi reyi ile Kur’ânı
asıl manası dışında tefsir ederse cehennemde yerini hazırlasın (Tirmizi, Tesir 1; Ebu Davud, İlim,) olayı değildir…
Bu konulara girdiğimizde
karşımıza çıkan ve konunun hassalığına dikkat çekilen en önemli ayetse …
Aliimran 7 ayet
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ
عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ
فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء
الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ
فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ
إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Huvellezî enzele aleykel
kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu
muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ
teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû
illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min
indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O, sana Kitab’ı
indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır.
Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve
onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler.
Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona
inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri
düşünüp anlar.
Burada belirtildiği
üzere kalbi eğri olanlar kelimesi bu konulara girip girmeme konusunda beni çok
şüpheye bırakmıştır…
Bu yüzdendirdiki
mana derinliğine dikkat etmemiz gerekiyor…
GAYB KONUSU…..
2 / BAKARA - 269
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن
يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ
إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete
fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
iyanet İşleri
|
:
|
Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet
verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl
sahipleri anlar.
|
Dilediğine hikmet verir,
hikmet verilene ise çok bir hayır verilmiş demektir ve bunu ancak temiz
akıllılar anlar
16 / NAHL - 17
أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن
لاَّ يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ
E fe men yahluku ke men lâ yahluk(yahluku), e fe
lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Elmalı Hamdi yazır.. İmdi yaratan
yaratamıyana benzer mi? Artık siz bir tezekkür etmez misiniz?
Diyanet İşleri
|
:
|
Şu hâlde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık
siz düşünmez misiniz?
|
Yukarıdaki konuyu daha iyi anlamak için bu iki ayeti
karşılaştırmayı uygun buldum..kuranı kerimde bu konularla ilgili onlarca ayete
rastlıyabilirsiniz..
şimdi size çok ince bir
örnekle birlikte kuranı kerimde geçen
gerçek mana da ğayb kelimesi neyi ifade edeceğini düşünmenizi istiyeceğim
Ğayb.. Duyumların ve insan ilminin kendisine uzanamadığı, gözden
gizli olan her şey. Şehadetin (görmenin) zıddı. Kur'an'da, Allah'ın
varlıklarından haber verdiği, ama mahiyetlerini gerçek anlamda bilemediğimiz
yerler, varlıklar. Geçmişe ait bilgi ve haber. Görünmez âlem. Vahy, ilahi
haber.
Yukarıdaki
mana doğru ise fıkıh kitaplarını kuranı kerimle ilgili yazdıklarında örtüşmeyen
bazı durumlar ortaya çıkmaktadır..
Mustafa
İslam oğlunun gayba vermiş olduğu soru
ve cevabı..
08 Ocak 2013 / 11:25 sitesinden
Soru:
Hocam; Hz. Peygamber’in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?
Cevap:
Kur'an açıkça Rasulullah
da dâhil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar
(Osman b. Mazun'un hanımına "vallahi yarın bana ne yapılacağını bile
bilmiyorum" sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler
Rasulullah'ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları "Okumaları"dır. Ve efendimizin
okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak
değerlendirilmemelidirler.
Nureddin yıldızın fetva
meclisi sitesinden…
SORU: Selamünaleyküm değerli hocam. Bir Müslüman veya bir
cemaatin kurucularından biri gaybı bilebilir mi? Benim bildiğim kesinlikle
bilemez. Hatta bunu kabul etmek küfre götürür insanı. Fakat babamla bazı
şeyleri konuşuyoruz. Allah a şükür babamda biraz değişiklik oldu. Fakat bu alim
denen zatlar hakkında böyle konuştuğum zaman tartışma çok hararetleniyor, ne
yapmamız lazım?
CEVAP:Selamünaleyküm.
Allah’tan başkasının gaybı bilmesi mümkün değildir. Allah ise bildirmek
dilediğine bildirir, buna diyebileceğimiz yoktur. Bu ‘bildirmeyi dilediği
kimse’ olduğunu söyleyenler ya da etrafındakilerin öyle olduğunu reklam
ettikleri kimseler, öyle gaybın bildirileceği kimse olmadıklarını ispat etmiş
olmaktadırlar. Ancak siz, babanızla bu tür meseleleri konuşmayın.
Yukarıdaki gibi araştırmalarda
yüzlerce yazı ..yüzlerce basılı kitap bulabilirsiniz..şimdi üzerinde
düşünülmesi gerekn esas konu..kuranı kerimde gaybı yalnız ALLAH CC bildiği
üzrere yazılı ayetlere karşın ..resuluna nebisine bu bilgilerde haber
verebilceği konusundada ayetler vardır
İşte bazıları..
2:33 -
|
(Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi.
Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah):
"Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin
açıkladığınızı da,içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş
miydim?" dedi.
|
3:44 -
|
İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb
haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?"
diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu
hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın.
|
3:179 -
|
Allah, müminleri içinde bulunduğunuz
şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır. Ve Allah sizi gayba
vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip
(gaybı bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman
eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükafat vardır.
|
Kuranı kerimdeki
ayetlermeal edenler gaybi ALLAH CC bildiğini bazende ALLAH resullarının
bazılarına nasip ettiği sonucuna varmaktadır..
Bu tür kesin sonuçlar
kuranı kerimde ister istemez başka sorulara iter insanı eğerki tekezzür
yapmıyacak düz mantıkla hareket etçek olursak düşünmeye kapılarımızı kapatırız…
Hocalarımızın verdiği
cevaplarda ğayb konusunda ara belirtmemekete herkonu ğayb içinde yer
almaktadır..hatta bazı hocalarımız ğayb konusunu kesin bir kilitle kapamışlar
neredyse bu konuyu tartışmanın bile şirk olduğunu gösterecek hale getirmişler.
Peki ğaybı tam
anlıyabildikmi..gerçekmanada ğaybın sınırları nedir..
yukarıda nisa suresinin
119 . ayeti ne başka bir perspektiften
bakarsak .
ve bu meal açıklanmamış
ve bu bilim bu buluşu yapmamış şekilde hocalarımıza bu soruyu sorduğumuzda bize
vercekleri net cevap aynı olacağından( ğaybı Allah cc bilir ) diyerek kapatacak
isek TEZEKKÜR NERDE KALIYOR TEFEKKÜR NERDE KALIYOR..ALLAH CC size okuyun ve
düşünün diye KURANIM KERİMİ yolladım ayeti ile zıtlık taşımıyormu…
ULUL ELBAB….
يُؤتِي الْحِكْمَةَ
مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ
إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete
fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
6
Diyanet Vakfi
|
:
|
Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet
verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp
ibret alırlar.
|
Üzerinde duracağımız
ayeti daha güzel anlamamız sağlıyan kelime ulûl
elbâb(elbâbi).
Bazı yorumlarda direkt olarak sır olarak kabul etmesi yal
nnızca temiz akıl sahiplerinin göreceği bir gözden bahsedildiği düşüncedirki
burada açıklana sırlar döngüsü düşünebilirler
ulûl elbab kelime anlamı olarak sırların sahibi demektir.
lûb:sır,
elbab:sırların
ulûl:sahib,sahibi
ulûl elbab'ın kuranı kerim'deki vasıflarına baktığımız zaman onların
1-daimi zikrin sahibi oldukları (ehli zikir) ,
2-hikmetin sahibi oldukları (ehli hüküm) ,
3-hayrın sahibi olduklar (ehli hayr) bildirilmektedir.
lûb:sır,
elbab:sırların
ulûl:sahib,sahibi
ulûl elbab'ın kuranı kerim'deki vasıflarına baktığımız zaman onların
1-daimi zikrin sahibi oldukları (ehli zikir) ,
2-hikmetin sahibi oldukları (ehli hüküm) ,
3-hayrın sahibi olduklar (ehli hayr) bildirilmektedir.
Kuranı kerimde geçen bu kelimenin yalnız akıl sahipleri
olarak geçmesi bu keimeyide geçtiği ayetide tam olarak anlamamıza olanak
tanımaz…
Bu yüzden bu konu bizim için çok önemlidir..ÖNCELİKLE AKIL
SAHİBLERİ KİM ONLAR ÜZERİNDE DURMAK LAZIM YOKSA KURAN OKUYAN HERKEZİN BİR AKLI
MEVCUDDURKİ OZAMA AKIL SAHİBİ OLARAK TAM KARŞILIĞI ARAPÇA OLAN ……………………………………kelimesi
geçerdi halbuki akıl kuranı kerimde yalnız olarakta geçmiştir..
Bu konudaki bazı düşünceler..
Cürcaninin yaklaşımı…
Ekşi sözlük..Lütfi
BERGEN
bir kuran deyimi
olup, akıl ve gönül birlikteliğini
sağlamış insanlar demektir. kuran muhatapların dikkatini ebedi gerçeklere
çekerken bu deyimi kullanır. bu deyim, hakikati bulmada sadece aklın kafi olmadığını vurgulaması
bakımından da oldukça dikkat çekicidir.
Derin düşünce (Ulül Elbab = öze ermişler) indînde kullanılan 'zıll vücud
= gölge varlık' tanımlaması, o varlığın bizâtihi 'var' olmayıp; algılayana GÖRE 'Allâh isimlerinin bileşimi olarak' açığa çıkışına
işaret eder. (15.02.2009 06:28)
Sülümaniye vakfı
sitesinde…
Soru: Birçok ayette geçen ulul elbab ne manaya gelmektedir? Bilgi
verebilirseniz çok sevinirim.
Cevap:
Kur’an-ı Kerim’de 16
ayette geçen “ulü’l-elbâb” ifadesini “saf akıl sahipleri” olarak dilimize çeviriyoruz. (Bkz:
Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat,
l-b-b mad., s: 733) Bununla, fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek
ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul eden, kişisel zaaf ve beklentiler
sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişiler kastedilmektedir.
Bu tabir, sağlam duruş sergileyen kişiler için
de kullanılır. Çünkü bu tür insanlar, herhangi bir konuda donanımlı olsun veya
olmasın, doğrulara açıktırlar ve gerçek ortaya çıktığında herhangi bir tarafa
çekmeden gerçeği kabul edip hareketlerini ona göre düzenlerler. Önyargı ve
saplantıları olmadığı için sürekli gelişim halindedirler.
Lütfü bergenin yazsından
El- lübb, ceviz içi, hülasa, öz, cevher, hakikat,
safî, temiz, akıl manasındadır. Sert bir kabuğun içinde değerli bir besin olan
ceviz ile kafatasının içinde bulunan beyin arasında bağlantı kurulmuştur.
Ceviz, beyin, düşünme faaliyeti bir kelimeye bağlanmıştır. Müfredat’a göre “Her lübb [لب]
akıldır ama her akıl lübb [لب] değildir”. Müfredat niçin böyle tefrik ediyor? Ragıp der ki,
“Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır
verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez” (2 Bakara 269) ayeti
gereği, Yüce Allah, hükümleri kavrayabilenlerin, hikmeti anlayabilenlerin ancak
arı duru akılların lübb [لب] sahibi tanımlanabileceğini ifade etmiştir (El-
İSFAHANİ, c: 2, 2007: 528). Yine
Müfredat’tan kavrama dair şöyle açıklama getirilmiştir: “لب فلان-يلب (Lebbe
filanün-yelebbü) deyimi ise, bir kişinin saf, arı duru akla sahip olduğunu
bildirir. لبَّبْتُهُ fiili de, bir kişinin veya varlığın kolyesine
vurmaktır. Kolyenin bu isimle anılmasının nedeni ise, göğsün üzerine gelmiş
olmasındandır” (El- İSFAHANİ, c: 2, 2007: 528).
Müfredat’ta lübb [لب]’ün “varlığın kolyesi” kavramı ile tarif edilmesi
insana “kalb aklını” hatırlatan bir saha açıyor. İslam düşüncesine göre
düşüncenin merkezi beyin değildir. Beyin kalb ile düşünür. Yani kalbsiz bir
düşünme vücûda gelmez. Zaten hikmet onun için beyin faaliyeti değil kalb
faaliyetidir. Modern bilgi paradigmasının bunu anlaması mümkün olmayacaktır.
Kur’an görmenin de kafada değil kalbde olduğunu bildirir: “Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun.
Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör
olur” (22 Hacc 46). İnsan eylemlerini belirleme bakımından kalbin
işlevi noktasında modern insana söylenebilecek çok şey yok gibidir. Ancak aşık
bir insanı bu mevzuuya delil getirebiliriz. Aşık, sevdiğinin adını dahi duysa nabzı yükselir,
yüz rengi döner. Kalbin “düşüncesinin” vucûdu böyle sallamasının bir sebebi
olmalıdır.
Akıl üzerine
bir araştırmada son dönem kelamcıların, -Abduh dahil- aklı kalb ile
ilişkilendirdiği ifade edilmiştir. Abduh, Elmalılı ve İsmail Hakkı İzmirli’nin
görüşlerini özetleyen Çağlayan, şöyle demekte: “Akıl, kalb ve
ruhun kaynağında, beynin ışığında bulunan manevi bir nurdur ki, insan bununla
duyu organlarıyla hissedilmeyen şeyleri anlar. Ruhi bir güç olan akıl,
duyulardan hareketle duyular ötesini idrak eden veya duyularla elde edilemeyen
bilgiyi bizzat keşfeden idrak aletidir. Akıl, duyu
ve tecrübe alanına giren olayları bilir. Ancak gayb âlemiyle ilgili hükümlerde
yanılabileceği için bu alanda vahye gereksinim duyar. Çünkü vahiy, idrak
edilecek kavramlarda aklı güçlü bir hale getirir. Vahiy öyle bir nurdur ki,
onun Allah’ın peygamberi aracılığıyla ortaya çıktığını vicdan idrak eder. İslâm’ın
ilim ve irfan, akıl ve fikir dini olmasının temelinde akıl ve vahiy arasındaki
bu uzlaşı vardır. Akıl ve vahiy aynı gerçeğin farklı şekillerde sunulmasıdır.
Son dönem Kelâm bilginleri arasında yaygın kanaat, duyu ve tecrübe dünyasında
yanılan aklın gayb âlemiyle ilgili hükümlerde de yanılabileceği ve bu âleme ait
bilgileri idrak etmekten aciz kalabileceği için vahye muhtaç olduğu yönündedir.
Klasik ve son dönem Kelâmcılarının düşüncelerinden hareketle şu görüşe
ulaşılabilir. Kelâmcıların çoğunluğu,
akletmekle ilgili bazı ayetleri delil göstererek akılla kalp arasında
sıkı bir ilişkinin bulunduğu, hatta aklın kalpte olduğu görüşündedirler. Bazıları
ise akılla beyin arasında ilgi kurarak akli fonksiyonların beyin vasıtasıyla
gerçekleştirildiğini savunur. Bunlardan ikincisini benimseyenlere göre
aklın yeri beyindir, fakat aklın eseri kalpte ortaya çıkar. Böylece gözün güneş
ışığı sayesinde nesneleri görmesi gibi kalp de akıl ışığıyla bilgileri alır.
Akıl ile vahiy veya nakil çatışınca akl-ı selim karar vermelidir (Abduh)”
(ÇAĞLAYAN, 2011: 246).
Akletmenin
kalb işi olduğu hakkında bir çok çalışmadan bahsedilebilir. İlhan Kutluer’in
çalışmasında da bu yaklaşım yeniden zikredilmiş görünmektedir. Ancak bu
çalışmada kalbin “temiz” olmasının akletme işini mümkün kıldığı ifade
edilmiştir ki, bu Kur’an’a da mutabıktır: “İnsanın hem cismani hem de manevi
varlığının merkezinde bulunan “kalb”in işlevidir (Hac, 22/46; A‘râf, 7/179;
Tevbe, 9/87; Muhammed, 47/24). Bu merkezî konum sözlük anlamı çekirdek olan ve
Kur’an’da akıl anlamında kullanılan “lübb” (ç. elbâb) teriminden de çıkarılabilir. Klasik Arapça sözlükleri de kalp ve
aklın Arapçada eş anlamlı olduğunu bu sebeple vurgulamaktadır. Ayetlerde göz, kulak ve kalbin birlikte zikredilmesi duyusal ve
akli etkinliğin bütünlüğüne işaret etmektedir. Bir nesne ya da hadiseyi duyu
algısı düzeyinde gözlemleyip akli düzeyde kavramayan bir öznenin, Kur’an’ın da
belirttiği gibi kör olduğu söylenmelidir (Hac, 22/46). (...) Kur’an’da akletme
etkinliğinin hakiki işlevine uygun biçimde gerçekleşmesi kalbin sağlıklı
oluşuna bağlıdır. (...) manevi bir hastalığa yakalanmış bir kalpten, akletme
etkinliğini gerçekleştirmesi beklenemez.(...) kilitlenmek ya da taşlaşmak
suretiyle işlevini yitirmiş, böylece akletme etkinliğinde bulunması artık
imkânsız hâle gelmiş ise bu kalbin Allah tarafından “mühürlenmesi” ilahî sünnet
gereği kaçınılmaz hâle gelir (Bakara, 2/7, 10). (...) Esasen akletmek ile iman
etmek kalbin birbirini besleyen iki eylemidir. Akletme kalbi iman etmeye
götürüyorken iman etmek akletmeye sevk etmektedir” (KUTLUER, 2007: 46).
Kalbin
akletme merkezi olduğu hakkında bilgileri naklettik. Kutluer’in söylediği gibi
kalbin temizliği ile Ulul Elbab adamlar arasında bir bağlantı var. Kitap diyor
ki: “De ki: “Habis ile temiz bir olmaz. Habis olanın çokluğu hoşuna gitse de-
Ey temiz akıl sahipleri/ Ulûl Elbâb, Allah’tan korkup sakının/ fettekullâhe.
Umulur ki kurtuluşa/ leallekum tuflihûn(tuflihûne) erersiniz” (5 Maide 100).
Burada refah değil felah zikrediliyor. Dolayısıyla Müslümanca düşüncenin
“zenginlik- refah” üzerine eğilmesi geleneksel bir tavır değil. İktisadî
çalışmaları zenginleşmeye dönüşmeden harekete geçiren, içtimaî birliği muhafaza
etmeye teksif olmuş mürşidler vardı. Örneğin Somuncu Baba- Ekmekçi Koca onca
ilmine rağmen somun satardı. Helal ekmek ile temiz kalb arasında da müthiş bir
bağlantı vardır. “Ekmeğimle oynama” denir; geçimi bozana “senin kalbin
taşlaşmış” denir. İşte bu akıl- dışılıktır. Yani kalbin katılaşması, aklî
olandan, vicdanî olandan kopmadır. Böylece Lübb [لب] “günah kirlerinden arınmış
akıl”a dönüşüyor. Kirlerden, lekelerden halis bir akıl yada günah kirlerinden
arınmış bir akıl [لب] sahibi haline gelmekten bahsediliyor. Çünkü kalb îmanın
tezgâhıdır. O temiz ise iman da halis olur. Entellektüel olmak, Kur’an
açısından abid ve ahlâk sahibi olmayı icbar ediyor. Entellektüeli kafanın
hasılası gören zevat için ise onun ne kadar “beyin teri” döktüğü öne geçiyor.
Entellektüel böyle bir zihniyet için “düşünce emekçisi” oluyor.
Fıkıh ve
kelam alimleri, kavramak ve idrak etmeyi “akıl” kelimesi ile tercih tarif
ederken, sûfiler “kalb” kelimesini kullandılar. Sûfilere göre kalb, keşf ve
ilham merkezidir. Çünkü kalb Cenab-ı Allah’ın indiği yerdir, tecellîgahıdır.
“ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi/ Ve Biz, ona şah damarından daha
yakınız” (50 Kaf 16) denmiştir. Şah damarı kalbe bağlıdır. Kalb vücuda büyük
bir tazyikle kan sevkeder. İmân, kalp huzurunu, sekeneti sağlar, kişiye
tevekkül bahtiyarlığını bağışlar. Gelecek kaygısını sindirir. Bu işleri beyin
faaliyeti götüremez. Kaygı, felsefi manada beynin işlevi değildir. Düşüncenin
kendisi açlık- fakirlik üzerine hesap yapmaz. Çünkü düşünce (beyin)
rasyoneldir. Düşünce açısından inanç yoksa herşey mübahtır. İnkâr, umutsuzluk
doğurur, ruhu sıkar, kalbe yük olur, vicdanî mesuliyeti boğar. Bu nedenle
Kur’an’da Ulul Elbab (akıl sahipleri) denildiğinde “Kalb sahipleri”ni anlamak
gerekir. Kalb sahipleri de aslında zikredenlerdir. “Bunlar, iman edenler ve
kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca
Allah'ın zikriyle mutmain olur” (13 R’ad 28). Kalblerin itminan bulması bu
ayette zikredilmiştir. Ancak Ulul Elbab’ın zakirler olmasından bahsedilmiştir:
“(Kitap) Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir/ Huden
ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi)” (40 Mü’min 54) ya da “Allah onlar için çok
şiddetli azap hazırladı. Ey âmenû olan ulûl’elbab! Öyleyse Allah'a karşı (daha
üst takva ile) takva sahibi olun. Allah size zikri (Kur'ân'ı) indirmiştir” (65
Talak 10).
Modern
toplumsal hayatın ürettiği entellektüel düşünme cehdini teorik bir faaliyet
şeklinde görmekte ve kent dinamiğinde kamusal alanda idealize ettiği bir hedef
adına kavganın üzerine oturtmakta. Edward Said’in “taş atan” ve Walter
Benjamin’in “kitaplar arasında” fotoğrafı ile Müslüman taakkulu- tezekkürü-
tefekkürü- tedebbürü denk görmek mümkün değil gibidir. Zikir ve amelle
güçlenmemiş bir entellektüel aktivizm modern aydını sarmış görünüyor. Kur’an
kendi aydınını diğer aydın tasavvurundan ayırmaktadır. Bize ait aydın, bugün
hiç anlaşılmayacak, hiç bir şekilde özümsenemeyecek özellikler taşıyarak
tarihin oluşumuna cehdetti. Müderris Hacı Bayram-ı Veli’nin bir takım vakıflar
tesis edip, vakıfta gelen geçen herkese çorba ikram etmesi; çorbanın yapıldığı
burçak ziraatinde bizzat çalışması, içtimaî ve iktisadî faaliyetini yoksul ve
fakirler için tahsis etmesi; kendisi de tavr-ı melâmat ve fakr u zarûret ve
kanâat ve takvâ ile ömr-i şeriflerini güzeran eylemesi” (CEBECİOĞLU, 2004: 62)
günümüz “aydın” tavrını boşlukta bırakmaktadır. Modern aydın, aydınlığın temel
karakterinin itiraz- cedel olduğuna dair kanaat geliştirirken; Kur’an, akletmek
kelimesini “halim” kavramıyla zikrederek başka bir tanımlama getiriyor: “Yoksa
onların akılları/ ahlâmu-hum bunu mu emrediyor? Veya onlar azgın bir kavim mi?/
tâgûn(tâgûne)” (52 Tûr 32). Halim kavramının günahları bağışlayan,
cezalandırmada acele etmeyen, öfkesine yenilmeyen, cahillerin ve asilerin
isyanı kendisini öfkelendirmeyen, günahları nedeniyle kullarına nimet vermeyi
ve iyilik yapmayı kesmeyen anlamlarına geldiği esmaül Hüsna kitaplarında
zikredilmiştir. Halim ismi, gücü olduğu halde bağışlayana verilir; gücü olmadan
bağışlayana bu isim verilmez. Entellektüel bireye ahlâkî ve amelî zaafını
yenecek bir akletme/ tezekkür imkanı bahşedecek geleneğin halkasına bağlanmaya
mecburuz. Aksi halde aydının bir cinnet, bir buhran mapushanesine dönüşen
tefekkürü kimseye hayr etmeyecektir. Abdülhalik Gücdevanî (ö. 1179), Yusuf
Hemedanî, (d. 1048- ö. 1140), Ahmet Yesevî (d. 1093- ö. 1166) Vukûf-i
Kalb’ten bahsediyordu. Bu,kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği
varlığa bağlanmaktır. Entellektüel, gündelik “hay ve hu içinde” bunu
başarabilir mi? Evet gecelere kadar uzanan bir zikir içinde bu mümkün olabilir:
“Geceleyin secde ederek ve kaim durarak, ahiretten çekinen, Rabb'inin rahmetini
dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu? Doğrusu ancak Ancak ulûl’elbab tezekkür eder” (39 Zümer 9).
Yukarıda
verdiğimiz örneklerde lul elbab kelimesinin yalnızca akıl sahibi diye anlamak KURANI KERİMİ
anlamamıza engel gibi görünmekte..
Şimdide ulul
ebab kelimesinin geçtiği ayetlerin bir kaçına bu düşünce ile bir bakalım
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ
اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
İnne fî
halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl
elbâb(ulîl elbâbı).
Diyanet İşleri
|
:
|
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler
vardır.
|
يُؤتِي
الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا
وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
u’til
hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren),
ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.
Buradaki ayetleride incelediğimizde yalnızca akılsahibi olmak bu
konuya tam ışık vermediği gibi gerçek manada bu türkişilerin hikmet sahibi
olcağı hayırlara vasıl olacağı ..ve kişilerin ALLAH cc çokça zikretçekleri
beyan edilmiştir..
devamı gelecek...