6 Ağustos 2013 Salı

NEBE SURESİ 33 AYET..


NEBE SURESİ 33 AYET..

TOMURCUK GÖĞÜSLÜ GENÇ KIZLAR...

 

Kuranı kerimde meal anlamında yaptığım araştırmalarda neden bu şekilde meal edidiğini anlıaymadığım birkaç ayetten biridir..

Kuranı kerimde ..tevbe suresi 71 ayette

Diyanet İşleri : Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Ayeti gibi ayetler okumasaydım kuranı kerimin yalnnızca erkelere indiğini bu yüzden erkeğe herşekilde iltifat ve sunuşlar olduğunu kabul edicektim..ama ilşin aslı tevbe suresinde nekadar eşi,t koşullarda olduğumuzu göstermekte ..peki nebe suresi gerçekten tomurcuk göğüslü genö kızlardanmı bahsediyor ..peki bu kuranı hiçokumamış bir ingiliz ve almanın tepkisi ne olacak..yani dini küfre sokmanın karşılığı ne olacak..peki uzatmadan ayeti tam olarak bir inceleyelim...

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا

 

Ve kevâıbe etrâbâ(etrâben).

1. ve kevâıbe : ve genç, göz alıcı, şahane endamlı

2. etrâben : aynı yaşta, yaşıt

 

Evet çok araştırıdım ama ayette tomurcuk yada göğüs kelimesine rastlamadım rastlamadığımgibi ayet iki kelimeden oluşmakta yalnnızca iki kelime ...burda ki genç kızlar konusu bile derinlemesine işlencek bir konudurki konumuz bu değil çünkü buradaki yaşıtkızların eşlerimiz olduğu yönünde birçok alimin yazılarınıda okumuştum..

Şimdi size bu güne çevrilmiş birkaç kuran meallerinden alınmış örnekleri vericem

 

Arapça Metin

 

 وَكَوَاعِبَ  أَتْرَابًا

 

 

 

Türkçe Transcript (*)

 

 Ve kevâ’ibe etrâbâ(n)

 

 

 

Abdülbaki Gölpınarlı Meali

 

 Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar.

 

 

 

Ali Bulaç Meali

 

 Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

 

 

 

Abdullah Parlıyan meali

 

 memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar

 

 

 

Ahmet Varol Meali

 

 Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

 

 

 

Ahmet Tekin Meali

 

 Göğüsleri irileşmiş, genç kızlık çağında, yaşıt dilberler var.

 

 

 

Ali Fikri Yavuz Meali

 

 Aynı yaşta tomurcuk sîneliler,

 

 

 

Bayraktar Bayraklı Meali

 

 31,32,33,34.  Allah'a saygı duyanlar için umdukları yer, muhteşem bahçeler ve bağlar, müthiş uyumlu harika eşler ve dolup taşan kadehler vardır.[711]  *

 

 

 

Cemal Külünkoğlu Meali

 

 (Onlara hizmet vermek için orada) çarpıcı, genç ve yaşıt kızlar (vardır).  *

 

 

 

Diyanet İşleri Meali (Eski)

 

 31,32,33,34.  Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.

 

 

 

Diyanet İşleri Meali (Yeni)

 

 31,32,33,34.  Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.

 

 

 

Diyanet Vakfı Meali

 

 Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,

 

 

 

Edip Yüksel Meali

 

 Genç ve yaşıt eşler...

 

 

 

Elmalılı Hamdi Yazır Meali

 

 Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.

 

 

 

Elmalılı Meali (Orjinal)

 

 Ve turunç sîneli yaşıtlar var

 

 

 

Hasan Basri Çantay Meali

 

 memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar,

 

 

 

Hayrat Neşriyat Meali

 

 31,32,33,34.  Şübhesiz ki takvâ sâhibleri için (büyük) bir kurtuluş, bahçeler ve üzüm bağları, göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta kızlar ve dolu kadehler vardır!

 

 

 

Kadri Çelik Meali

 

 Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

 

 

 

Ömer Nasuhi Bilmen Meali

 

 Ve nar memeli, hep bir yaşta (cariyeler vardır).

 

 

 

Muhammed Esed Meali

 

 müthiş uyumlu harika eşler, 16

 

 

 

Suat Yıldırım Meali

 

 32, 33, 34.  Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var. [38, 52; 56, 37]

 

 

 

Süleyman Ateş Meali

 

 Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

 

 

 

Şaban Piriş Meali

 

 Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar..

 

 

 

Ümit Şimşek Meali

 

 Turunç göğüslü yaşıt güzeller,

 

 

 

Yaşar Nuri Öztürk Meali

 

 Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar,

 

 

 

Yusuf Ali (English)

 

 Companions of Equal Age;(5906)  *

 

 

 

M. Pickthall (English)

 

 And maidens for companions,

 

ALLAH CC HERKEZİN YAR VE YARDIMCISI OLSUN...

 

4 Ağustos 2013 Pazar

kehf süresi manyetik alan mıknatıs deneme taslak

KEHf SURESİ indeki apaçık deliller..DOSYA 1



MANYETİK ALAN VE MIKNATIS

ALLAHU ALEM ..DİYORUMKİ ALLAHIM İŞİMİZ KURAN YOLUMUZ SEN OLASIN..EĞERKİ YANLIŞ ANLADIK YADA YANLIŞ YAPTIK İSEK KALBİMİZİ BİLEN SENSİN KÖTÜ ART NİYET OLMADIĞINI BİLEN SENSİN..GİRDİĞİMİZ BU YOLDA BİZE YOL GÖSTERECEK KANDİL TUTACAKTA SENSİN ..SEN BİZİM KALBİMİZİ ÖNÜMÜZDE ARKAMIZDA OLANIDA BİLENSİN SADAKALLAHULAZIM..EN BÜYÜK KORKUM ALLAH CC BÜYÜK VE SON ESERİ HAKKINDA YANLIŞA DÜŞMEKTİR...



KEHF SURESİ BÜTÜNÜ İLE ELE ALINMASI GEREKEN APAÇIK OLARAK GÖSTERİLMESİNE KARŞILIK NEDENSE ANLAMAKTA ZORLUK ÇEKTİĞİMİZ KONULARLA DOLUDUR..APAÇIK DİYORUM ÇÜNKÜ KURANI KERİM ÖYLE SÖYLÜYOR ..ANLIYAMIYORUZ ÇÜNKÜ İLM İLE BAKMIYORUZ...

ŞİMDİ KEHF SÜRESİ...96, AYETE BİR BALKALIM

آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا

Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).

ŞİMDİ MEALLERE BİR BAKALIM


Diyanet İşleri : “Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.

 


Elmalılı Hamdi Yazır : Bana demir kütleleri getirin, tam iki ucu denkleştirdiği vakit körükleyin dedi, tam onu bir ateş haline koyduğu vakit getirin bana dedi: üzerine erimiş bakır dökel'm





olayı daha derine inerek ..fıkıh kitaplarına danışalım....

TEBERİ TEFSİRİ


Ye´cüc ve Me´cücün fesat çıkarmasından korkan kavim, Zülkameyn´e, kendileriyle onların arasına bir set yapmasını, buna karşılık ona vergi vermeyi teklif etmiş fakat Zülkarneyn buna tenezzül etmeyerek; "Rabbimin bana verdiği mülk ve imkânlar, sizin aranızda toplayarak bana vereceğiniz ücretten daha hayırlıdır" demiştir. Zülkarneyn onlardan sadece işçilik yapmalarını ve malzeme temin etmelerini istemiştir. Ve onlara şöyle demiştir: "Bana demir kütleleri getirin". Bunun üzerine onlar istenen şeyleri getirmişler. Zülkarneyn iki dağın arasını düzleyip kapatacak şekilde demirden bir set yapmış sonra onlara demiştir ki: "Ateş yakıp körükleyin". Demirleri kızdırıp Akkor haline getirince tekrar onlardan erimiş bakır isteyip onu demirîmerin üzerine dökmüştür. Böylece meydana gelen şeddi Ye´cüc ve Me´cüc ne aşabilmişler ne de delebümişlerdir. Bu işin tamamlanmasından sonra Zülkarneyn, Allah´a hamdederek şöyle demiştir."Bu yaptığım set, Allah tarafından, kullarına bir lütuf ve rahmettir. Zira rabbim bu set vasıtasıyla Ye´cüc ve Me´cücün serlerini insanlardan uzaklaştırmıştır. Ancak Ye´cüc ve Me´cüc´ün galip gelme vakti veya kıyamet gelince rabbim bu şeddi yerle bir edecektir. Rabbimizin, Ye´cüc ve Me´cüc´ün galip geleceğine veya kıyametin kopacağına dair olan vaadi haktır".Resullulah (s.a.v.)m hanımı Zeyneb binti Cahş´dan rivayet ediliyor ki:"Bir gün Resulullah (s.a.v.) telaşlı bir şekilde onun yanına geldi. "La ilahe İllallah. Yaklaşan serden vay Arapların haline. Bugün, Ye´cüc ve Me´cüc´ün önüne çekilen setten şu kadar bin delik açıldı" buyurdu. Resulullah (s.a.v.) böyle söyler başparmağıyla şehadet parmağının uçlarını birleştirerek açılan deliğin ne kadar olduğunu gösterdi. Bunun üzerine Zeyneb Resulullah´a şöyle dedi: "Ey Allah´ın Resulü, içimizde salih insanlar varken de biz helak olur muyuz " Resulullah (s.a.v.) "Evet, içinizde çirkin işler artarsa helak olursunuz" cevabını verdi[112] - See more at:




 

ELMALI HAMDI NAZIR TEFSIRI

 

96- Bana demir kütleleri getirin.

"ZÜBER" "Zübre"nin çoğuludur. Zübre, büyük demir parçası demek olup Kamus'ta zikredildiği üzere örs mânâsınada gelir. Yani demir aletler ve takımlar ile demir kütlelerini, demir cinslerini getiriniz dedi, getirdiler. Nihayet iki ucun arasını denkleştirince iki sadef, karşılıklı iki baş veya iki yanı meydana getiren iki eğik ki; buna iki dağ, iki dağın tepeleri veya tepeleriyle kenarları arasındaki yanları, yani yamaçları demişlerse de o kavim ile Ye'cûc ve Me'cûc arasında seddin bir sınırını oluştaran karşılıklı iki uç veya sedde konulan kütlelerin bitiştirilecek yanları demek de olabilir.

Karşılıklı iki uç arasını düzeltince "Körükleyin" dedi. Onu tam bir ateş haline getirdiği vakit "Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim" dedi. Bunu bazı bilginlerin dediği gibi demir kinetli, bakır perçinli kayalardan meydana gelmiş bir bina gibi anlamak mümkün olabilir. Fakat ifadenin görünüşü bundan çok yüksek bir sanat ve işleme bağlı olan demir tuğlalı, bakır sıvalı öyle bir bina tasvir etmektedir ki, zamanımızda çok ilerlemiş olan sanat eseri ve sanayi vasıtaları ile bile onu imal etmeyi düşünmek zordur. Demir kütlelerinden bir dağ ördürüp de körükleyerek tamamını bir ateş haline getirdikten sonra üzerine erimiş bakır dökmek şüphesiz korkunç bir işlemdir. Acaba eski medeniyette demircilik böyle dehşetli bir ateşi idare edecek, böyle büyük bir işlemi yapabilecek kadar yükselmiş miydi? Olabilir. Fakat bunu ya tefsir bilginlerinin dedikleri gibi Zülkarneyn'in bir mucizesi kabul etmek veya bununla beraber sanatın gelecekte ilerlemesinin mümkün olduğuna işaret etmekle, yapılan duvarın son derece kuvvet ve sağlamlığından bir kinaye ve misal gibi anlamak daha açıktır. Yardım etme işi daha fazla bu mânâya bir ipucudur denebilir. Yani o kavmin kuvvet ve gayreti ile Zülkar-neyn'in o yardımı, Ye'cûc ve Me'cûc'e karşı öyle herkesi aciz bırakacak bir duvar meydana getirdi ki, bunun sağlamlık derecesini anlayabilmek için, körüklenerek ateş haline getirilmiş demir kütleleri ile; harcı, sıvası erimiş bakırdan meydana gelen yalçın bir sed tasarlamak gerektir.






EVET ŞİMDİ İKİ ÖNEMLİ TEFSİRİ ELE ALDIK ...HERŞEYİ NET ANLATMALARINA RAĞMEN DEMİR CUBUK VE BAKIRLA NE YAPTIKLARI KONUSUNDA NET BİR BİLGİ ÇIKMIYOR..

ELMALI HAMDİ NAZIRIN MEALİNİ ELE ALIRSAK ..İKİ DEMİR KÜTLEYİ İKİ UCU EŞİTLEYİNCEYE KADAR BÜKÜYORLAR İKİ DAHIN UCUNA UYGUN OLARAK ..AMA ŞARTLARI İKİ UCU DENK GELECEK...SONRA DEMİR OKADAR ÇOK ISITILIYORKİ BU MUHTEŞEM SICAKLIĞA ULAŞILDIĞINDA ÜZERİNE SICAKLIK GEÇMEDEN BAKIR DÖKÜLÜYOR.....

PEKİ BU OLAYI ANLAMAK İÇİN BÜTÜN İLİMLER ALLAH CC OLDUĞU DÜŞÜNCESİ İLE KİMYAYA DANIŞIYORUZ ...KEHF SÜRESİNDEKİ KİMYASAL OLAY NEREDE UYGULANIYOR...(YAKLAŞIK 1 YILLIK ARAŞTIRMA)

 



SİZLERE YAPTIĞIM ARAŞTIRMAYI SAATLRCE ANLATIRDIM AMA ONUN YERİNE BİR VİDEO İLE SUNMAYA KARAR VERDİM... İKİ UCU EŞİTLENMİŞ KALIPLARA KOR HALİNDEKİ DEMİRİ DÖKÜP SOHUMADAN ÜZERİNE KOR DURUMU GEÇMEDEN BAKIRI İLE KAPLANDIĞINDA MIKNATIS OLUŞUR ..İNANMAZSSANIZ VİDEOYU İZLEYİN ...PEKİ ORADA İKİ DAHIN ARASI MIKNATIS GİBİ DEV BİR MANYETİK ALAN OLUŞTURULUYORSA ..YECÜC VE MECÜC DEDİĞİMİZ YARATIKLAR NEDİR..

MIKNATIS VİDEOSU....





 

 

 

 


30 Ocak 2013 Çarşamba

lül elbab ve gayb konusu


NİSA SÜRESİ 119 AYETİN BÜYÜKLÜĞÜ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRAHİM…
 konumuza  şunu belirterek başlamak isterim..ALLAH CC büyük eseri olan KURANI KERİM in büyüklüğünü kanıtlama derdi içersinde değiliz.bu araştırmadaki amaç KURANI KERİEMe BAKIŞ açısını biraz değiştirmektir..Bu değişiklik bazı yazar ve düşünce adamları gibi kökten bir değişim olmayıp yalnızca bakış açısı yönünde olacaktır..bizim KURANI KERİMDE VAR OLANI YOK SAYMAYLA İLGİLİ BİR DEĞİŞİKLİKTİR..
KURANI kerimde HEPSİ BİRBİRİNDEn mucize sureler içersinde  nisa suresi ve 119 ayetle başlamamız bize bu bakış açımızı neden değiştimemiz gerektiğinede bir kanıt olacaktır..
Hadislere bile ihtiyaç duymadan kuranı kerimde bulunan yalnızca 1 ayet ateizme ..deizme ..inançsızlığığa  tek başına nasıl cevap verdiğni görecek siniz
Birbaşka önemli konuda  .nisa suresinin 119 . ayeti .gayb konusundada gayba nasıl bakmamız gerektiğininde ayrı bir görüş getirir.bu güne kadar gaybın mana anlayışını heryere yamamız her konun başına getirmemiz kuranı kerimden nasıl uzaklaştığımızında bir delil olarak gözler önüne serilecek.gayba başka bir bakış açısı getirecektir
Bu  ayetteki.ALLAH cc hikmetinin ne kadar büyük olduğunun peygamberimiz HZ MUHAMMED( SAS  )onun elçisi olduğunun inan Müslümanlar için hiçbir sorun teşkil etmediği ayetler hakkında kimsenin bir şüphesi olmadığını ALLAH CC inanan kullarının sorgulamadan inandığınıda hatırlatmadan geçemeyiz..
YIL ….5 temmuz 1996 iskoç bilim adamları dolyy adlı bir kuzuyu kopyaladılar…
Bu haber dünya basınına düştüğünde konuya vakıf olan yazarlar bilim adamları basın tv haber kanalları..hatılıyacağınız üzere öyle bir tartışma başlatmıştıki..
 kuzunun yaşayıp yaşıyamacağı konusundan tutunda ..ruhunun nasıl olacağı konularına kadar en ince noktasına kadar inilmiş tartışmalar ünüversiteler boyutuna çekilmiş hergün bir fikir ortalıkta dolaşmışt .
 her büyük tartışma gibi olayın ciddi mahiyeti magazin tartışmalarına çevrilmiştir..
bazı ilim adamlarının tartışma programlarına yaptıkları açıklama ise tartışmanın boyutunu bir nebzede olsa kurana çevirmesine sebeb olmuştur..
bu açıklamalarda çıkan sonuçsa özetle şöyledir…
.ALLAH cc dünyayı sarsan bukadar önemli bir buluşu 1400 yıl evvel kuranı kerimin içine koymuş..fakat kulları ne yazıkki  ilerde bahsedeceğim bazı önemli sebeb ve sonuç lardan dolayı  bundan bi haber yaşamakta  bilim adamlarının bu keşfine  alkış tutmaktadır . KURANI KERİMİN ALLAH CC GÖNDERMİŞ OLDUĞU BİR YOL GÖSTERİCİ OLDUĞUNUN ,VE BU KEŞİF İLE TASTİK MÜĞÜRÜNÜ KOYMUŞTUR...Başta Mekke ve çevresinde nufüsça çok bulunan Yahudi ve putperest halkın peygamberimiz vahiy yoluyla geln KURANI KERİMİN TECVİTLİ  veya tecvitsiz kuranın ayrı bir mistik hava vermesi içeriğine bakmadan peygamberimizin ALLAH cc dan alıp ilettiği ayetlere  ve peyygamberimizeve dinine çamur atmak için  içinde şair denmesine yol açtığını herkez bilmektedir..günümüzün inanmamamkta ısrar eden kafirlerin KURANI KERİMİN bir şiir kitabı peygamberimiznde şair olmadığına en büyük delildir..
 gerçek şöyledir..gerçeğin sahibi ALLAH cc bütün ilimler ona çıktığını belirtmiş olup..onu görmeyenlerin o istemedikten sonrada görmiceklerini KURANI KERİMİNDE belirtmiştir..
KPYALAMA KONUSUNA DÖNÜŞ…
.. kopyalama olayının İskoçya ile sınırlı kalmaması ileriki yıllarda avrupadaki hemen hemen tüm bilim adamlarının ilgilendiği bir konu haline gelmesi  sonunda üzlkemize kadar gelmesi bu çalışmalara katkıda bulunmak için istanbul ünüversitesi rektör mesut parlak tarıfından medyaya  verilen haberde ilk kopya kuzunun doğumun gerçekleşeceği haberi..ve dağa sonra kuzunun yaşamayıp öldüğü konusu bizde bir sürü tartışmalara yol açmıştır..

İran da  İsfahan Royan Enstitüsüdeki üyelerinden Dr. Murtaza Hüseyini, kopyalamanın başarılı olduğu fakat dünyadaki diğer örnekleri gibi çok kısa surede öldüğünü açıklamıştır..
Aslında karşıdan bakıldığında konu ilm dir ve ben insanlar ın yararına yapılan hertürlü ilmi çalışmanın yanındayım ama asıl amacın dışına çıkmadan..ama şuan görüyorum ki bilim saf temiz haliyle insanlar için yapılan ilm olduğu gibi bunun altında kötü kapitalist amaca hitap eden kısmıda çok büyük farkla öne geçmektedir..hatta bu kapitalizmin amacı artık hastalıklara çare değil bir kazanç kapısına kadar yükseltmiş bu yükselmenin tatlı bir kar halına almıştır..
Bazı bilim adamları olayı insanlık için yapmak olduğundan en ufak bir şüphem yok ama bazıları varki onlar olayı tamamı ile kapatilizme bağlayıp ALLAH CC yaratma gücünün inkarına delil armakla geçirirler zamanlarını ama ne yazıkki o büyük gerçekten kaçamazlar..

Almanya Federal Tarım Araştırma Merkezi'nin Hayvan Yetiştirme Enstitüsü'nün bir raporunda şu Almanya Federal Tarım Araştırma Merkezi'nin Hayvan Yetiştirme Enstitüsü'nün bir raporunda şu bilgiler yer almaktadır:

bilgiler yer almaktadır:

Doku toplanması kısa ve basittir. Bir hayvan yerleştirilip gemlendiğinde, kesik kulak parçası gibi bir doku örneği saniyeler içerisinde toplanmış olur. Ayrıca, somatik hücreler tüm türlerden toplanabilir… Kulağa vurulan damgalar için de kullanılan çentikleyiciler kullanılarak, kulaktan örnek doku almak suretiyle, sığır, domuz, koyun, keçi, deve ve lamalar için tek ve aynı prosedür uygulanabilir. Açıkçası, bütün türler için lenfositler kullanılabilir; fakat kulak kesiğinden alınan somatik hücreler, elde edilmesi daha kolaydır ve onun için daha çok tercih edilirler.


Kulak dokusundan örnek alınarak kopyalanan canlılarla ilgili haberlerden bir kısmı şöyledir: 
(internetten yapılan araştırma sonucu internetten alınan bilgi)
- Reuters’in 1 Mayıs 2002 tarihli raporuna göre, Brezilya’da Sao Paulo Üniversitesi’nde görevli Jose Visintin adındaki araştırmacı veteriner, bu ülkede ilk kez yetişkin bir dananın kulağından aldıkları hücreleri kullanarak klonlanmış embriyolar üretti.2

- BBC’nin haberine göre Güney Kore’li bilim adamları üç yaşındaki bir Afgan tazısının kulağından alınan hücre ile Snuppy adında bir köpek klonladılar. Seul Ulusal Üniversitesi’nde görevli araştırmacılar kulaktan alınan hücrelerdeki genetik malzemeyi çıkartarak, bunu boş bir yumurta hücresine yerleştirdiler. Daha sonra bu hücre bölünmesi için uyarılarak bir embriyo üretildi.3

- BBC'nin bir başka haberinde ise, Fransa’da, Ulusal Tarımbilimi Araştırma Merkezi'nde, Dr. Jean-Paul Renard ve meslektaşları tarafından yürütülen araştırmalarda, yetişkin bir danadan alınan kulak hücreleri kullanılarak yeni bir klon üretildi.4

- İnsan Genomu Projesinin resmi sitesinde verilen bilgilere göre, Şubat 2002'de Advanced Cell Technology (ACT) adlı biyoteknoloji şirketinden bilim adamları, verici bir dananın kulağından aldıkları deri hücrelerini kullanarak bir dana embriyosu klonlama denemeleri yaptılar.5

- Associated Press’in, 24 Ocak 2000 tarihli haberinde, Japon bilim adamlarının ilk kez bir büyük baş hayvanı, ikinci nesil boğayı klonladıkları bildirildi. İkinci nesil klonlama sırasında, ilk nesil klonlanmış boğa henüz dört aylıkken kulak derisine ait dokulardan örnekler alındı. Bu hücreler, çekirdeği çıkartılmış döllenmemiş bir yumurta ile birleştirildi.6

Genetik, embriyoloji gibi bilim dallarının olmadığı bir dönemde, Kuran'da canlıların yaratılışındaki düzenin değiştirilmesine "kulak kesme" ifadesi ile birlikte dikkat çekilmesi; Kuran'ın zamandan münezzeh olan Rabbimiz'in Katından olduğunu gösterir. Ayrıca ayetin sonunda söz konusu kimselerin Allah'ın yarattıklarını değiştirdiklerinde hüsrana uğrayacakları da bildirilmektedir. Dolayısıyla ayette bu yönüyle klonlama çalışmalarının, insanlar için çeşitli sorunlar doğuracağına da işaret ediliyor olabilir. Nitekim Utah Üniversitesi'nin Genetik Bilimi Öğrenme Merkezi'nin açıklamalarında şu bilgiler yer almaktadır: 

Klonlama başarılarını duyduğumuzda, sadece sonuç veren birkaç denemeyi öğreniriz. Fakat başarısız olan çok, çok sayıdaki klonlama deneylerinden haberimiz olmaz! Başarılı olan klonlarda dahi, problemler sonradan -hayvanın yetişkinliğe gelişimi esnasında- artar.7

İnsan Genomu Projesinin resmi internet sayfasında verilen bilgiler ise şöyledir: 

Yetişkin DNA’sı kullanılarak klonlanan ilk memeli Dolly, 14 Şubat 2003'te öldü. Dolly ölümüne sebep olan akciğer kanserine yakalanmıştı ve eklem enflamasyonu nedeniyle sakat kalmıştı... Klonlama denemelerinin %90 kadarı, yaşayabilecek döl üretiminde başarısızlığa uğramaktadır... Bu düşük başarı oranının yanı sıra, klonlanan hayvanların bozuk bağışıklık fonskiyonları, yüksek enfeksiyona yakalanma oranı, tümör gelişimi ve diğer rahatsızlıklar daha sık görülür. Japonya’da yapılan çalışmalar, klonlanan farelerin sağlıkları kötü yaşadıkları ve erken öldüklerini göstermiştir... Klonlanmış canlının gençken sağlıklı gözükmesi de, uzun süre hayatta kalacağı anlamına gelmemektedir. Klonların esrarengiz bir şekilde öldükleri bilinmektedir. Örneğin Avustralya'nın ilk klonlanan koyunu öldüğü gün sağlıklı ve enerjik gözükmüştür ve otopsi sonuçlarından ölüm sebebi tespit edilememiştir.8

Klonlama deneyleri ile ortaya çıkan riskler genel hatlarıyla şöyledir: 

1) Yüksek başarısızlık oranı: Başarı oranı sadece %0.1-3 kadardır. Bu her 1000 denemede 970-999 başarısızlık demektir.9

2) Gelişim sırasındaki problemler: Klonlanıp hayatta kalan hayvanların, çoğu zaman kopyalarına göre organları anormal derecede büyüktür. Bu da solunum ve kan dolaşımı sorunlarına, sağlıksız böbrek ve beyin yapılarına, bozuk savunma sistemlerine yol açabilmektedir.

3) Anormal gen okuma düzeni: Klonlar, orijinalleri ile aynı DNA'ya sahip olmalarına rağmen, klondaki hücre çekirdeği doğal bir embriyodaki gibi aynı programa sahip değildir. Diğer bir deyişle klonun DNA'sı normal bir gelişim için gerekli olan doğru genlerin doğru zamanda okunmasını yapamaz. Örneğin sinir, kemik, kan, deri gibi her hücre çeşidi için farklı bir program vardır; fakat klon embriyonun genetik programları, doğal bir embriyodaki gibi sağlıklı çalışmaz.

4) Telomer farklılıkları: Hücreler bölünürken kromozomları kısalır. Bunun nedeni "telomer" adı verilen, kromozomun her iki ucundaki DNA dizilimleri, her DNA kopyalaması sırasında kısalır. Hayvan yaşlandıkça, yaşlılığın bir gereği olarak telomer de kısalır. Dolayısıyla kopyalanan canlı daha doğduğunda yaşlanmış gibi kromozomları kısadır.  

Kopyalama deneylerinde, canlı hücrenin genetik maddesi kullanılır fakat döllenme yapay yöntemlerle gerçekleştirilir. Bu yöntemlerle Allah'ın yarattığı üreme mekanizması bozulmakta ve teşhis edilemeyen hastalıklar, anormal gelişim bozuklukları ve erken ölümlerle karşılaşılmaktadır. 1400 sene öncesinden bilim adamlarının kopyalama yapacaklarına dikkat çekilmesi ve bununla insanları bekleyen sıkıntıların vurgulanması, Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 
arçası gibi bir doku örneği saniyeler içerisinde toplanmış olur. Ayrıca, somatik hücreler tüm türlerden

yukarıdaki raporları incelediğimizde karşımıza çıkan ve hepsinin birleştiği ortak nokta ve benim üzerinde durduğum kulak memesinden alınan doku…şimdi bu konuyu kuranı kerimin yüksek ilmiyle birleştirerek olayın derinliklerine biraz girme zamanı

Müslümanlıkta bu derine girme konusu hep yanlış anlaşılmış..ibadet eden avam için ..kuranı kerim yada din konusunda bir tartışma olduğunda ..aman boş verin o konular derin konular deyip islamı hep kenardan yaşıyanlardan olma yolunu seçmişiz..

Çünkü halkımızda lailaheillah demek le herkezin Müslüman olabileceğini namazı orucu kıldıktan sonra her şeyin tanalandığı düşüncesi içersinde olduğundan .kimsenin kuranı kerimi merak etme yazdğının manasını anlama gibi birderdi hiç olmamaıştır..olmadığından dolayıdırki..ALLAH CC AYETLERİNDE sıksık tezekkür etme konusunda uyarılarınında havada kalman bir ayet ler zinciri olarak ortada kalmaktadır..

Derinlikmanası Müslüman toplumun sıyrılıp kurtulduüu bir konudur..okadar bu konu ruhumuza işlemiştirki ..her namazda okunan FATİHA suresinin bile anlamı bilmek savunduğumuz derinliklerde o derine girmem ısrarı içersinde kaybolmaktadır..

İSLAMİYET BİR DERDİR ..İÇİNE GİRMEDEN ISLANMADAN O DEREDEN NEKADAR ÇOK YARARLANABİLİNİR..İÇERİDE BOYNUNA KADAR GİRMİŞ İNSANLARA SÜREKLİ NE GÖRDÜN ANLAT NE GÖRDÜN ANLAT DEMEK YERİNE HİÇ OLMAZSSA AYAKLARINI SOKUP OSUYUN SERİNLİĞİNİ VE HUZURUNU YAŞAMAK DAHA DOĞRU DEĞİLMİ..

nisa suresi 119 ayet


y… Kulağa وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ  vu الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا
Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurannehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurannehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi. Ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasira husrânen mubînâ(mubînen).

Diyanet İşleri
:
“Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.

Elmalılı Hamdi Yazır
:
Ve lâbüd onları sapıtacağım, ve her halde onları ümniyyelere düşürüb olmayacak kuruntularla aldatacağım, ve lâbüd onlara emr edeceğim de hayvanların kulaklarını dilecekler ve lâbüd onlara emredeceğim de Allahın halkını tağyir edecekler, ve her kim Allahı bırakıb Şeytanı veliyy ittihaz ederse şüphesiz açıktan açığa husrana düşmüştü

rulan damgalar için de kullanılan çentikleyiciler kullanılarak, kulaktan örnek doku  almak, sığır,..ayeti güzelce okur ve incelerseniz ayetin içinde geçen , koyun, âzâne çkulaklar…., de
le yubettikunne
: mutlaka kesecekler, yaracaklar    AYETİ KERİMESİ İLE
ve ve lamalar için tek ve aynı prosedür uygulanabilir. Açıkçası, bütün türler için lenfositler kullanılabilir; fakat kulak kesiğinden alınan somatik hücreler, elde edilmesi daha kolaydır ve onun için daha çok tercih edilirler.
 le yugayyirunne  mutlaka değiştirecekler işte nisa suresindeki AYET BİRLEŞTİĞİNDE ŞEYTANIN ALLAH cc ne kullarının hayvanların kulaklarını yaracaklarını ve oyardıkları kulaklardan aldıkları ile yeni canlılar üreteceklerini ve sonunda ben tanrıyım deyip sana karşı geleceklerini anlattığı apaçık bir ayettir..
..şimdi insan oğlunun özellikle ALLAH cc hakkında şüphesi olanlar..yada deizim ataizmi savunanlar ..bu kitap bir hikaye kitabı ve bu kitaptakile bir uydurma olduğunu savunanlar 1400 yıllık bir kitabın 1400 yıl ÖNCE UYDURANLAR BU AYETİ nasıl tam olarak gelcekte yaşanan bir gerçeği bildiler ..ilmin yüksek teknolijelieri ile çalışan alimlerin buna verilcek bir cevabı neden yok
 bakın ..orta çağdan sonra yetişen alimlerin 100 yıllık tahminlerine göre dünyanın durumunu internet sitelerinde bulabilirsiniz bu günkü yaşamla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde ki bunlar dünyanın yetiştirmiş olduğu en büyük bilim adamlarıdır..bunların içersinde einştein Aristo gibi yabana atılmıcak alimler bulunmaktadır..yüzlerce resimden size seçtiklerimiz

Yukarıdaki resimlerin internette 100 yıl önce geleceği böyle çizdiler diye yazdığınızda bulabilirsiniz..görüldüğü üzere yüz yıl sonrasını bile bu şekilde tahmin eden asrın alimlerinin tahminlerinin uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını hatta ve hatta yanından bile geçmediğini gözlerinizle görebilirsiniz..

1400 yıl önce peygamber efendimizin 1400 yıl sonra genetik bilimle ilgili sizlere göre tahmin hikaye yada çıkar uğruna yazılmış bir kitapta bir delilin bulunmasına vereceğiniz cevaba çok merak ediyorum..

Bu ayetteki düşündürücü başka bir konu………..
“Gayba iman.
.bu güne kadar kuranı kerimde geçen konuların bir çoğuna gerek ilmi olarak yaklaşan fıkıh alimleri cevabını bulamadıkları müteşebih ayetler için  gaybı ALLAH CC bilir demişlerdi ki.(.en doğrusu budur) ama bun her konun her ayetin herdini tartışmanın arkasına koymak günümüzde iki büyük sorunuda birlikte getirmiştir..
Sorunlardan en büyüğü  ALLAH CC iletmiş olduğu ayetleri düşünmeye gerek duymadan olayın üzerinden geçmek .. ALLAH CC büyük emirlerinden olan tezekkür emrini yerine getirmemek..ğaybı ALLAH BİLİR DİYEREK düşünmeye çalışan kişilere bile cephe alınmıştır..konu çok nazik hasas bir konu olduğunun farkındayım..lakin sürekli okumayı ve düşünmeyi emreden kuranı kerime karşı sorumluluğumuz nasıl tamamlanacak bu konuda bir cevap bulamıyoruz..eğerki okucaz ve düşüncez noktasında kuranı kerimi tezekkür ve tefekkür etme de neyi ve niçin yapıcaz..bunu kötü amaçlarla kullananların olduğu günümüzde ..işleri güçleri kuranı kerimle olan bu kişilerede sen o kuranı brak demekte ne kadar olumlu olur ayrı bir düşünce konusudur…
Yapmak istediğimiz tirmizinin dediği gibi…(Kim bilgisi olmadığı halde kendi reyi ile Kur’ânı asıl manası dışında tefsir ederse cehennemde yerini hazırlasın (Tirmizi, Tesir 1; Ebu Davud, İlim,)     olayı değildir…
Bu konulara girdiğimizde karşımıza çıkan ve konunun hassalığına dikkat çekilen en önemli ayetse …
Aliimran 7 ayet
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
Burada belirtildiği üzere kalbi eğri olanlar kelimesi bu konulara girip girmeme konusunda beni çok şüpheye bırakmıştır…

Bu yüzdendirdiki  mana derinliğine dikkat etmemiz gerekiyor…

GAYB KONUSU…..


2 / BAKARA - 269 
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
iyanet İşleri
:
Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.

Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise çok bir hayır verilmiş demektir ve bunu ancak temiz akıllılar anlar
16 / NAHL - 17 
أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن لاَّ يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ
E fe men yahluku ke men lâ yahluk(yahluku), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

  Elmalı Hamdi yazır.. İmdi yaratan yaratamıyana benzer mi? Artık siz bir tezekkür etmez misiniz?

Diyanet İşleri
:
Şu hâlde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?




Yukarıdaki konuyu  daha iyi anlamak için bu iki ayeti karşılaştırmayı uygun buldum..kuranı kerimde bu konularla ilgili onlarca ayete rastlıyabilirsiniz..
şimdi size çok ince bir örnekle birlikte  kuranı kerimde geçen gerçek mana da ğayb kelimesi neyi ifade edeceğini düşünmenizi istiyeceğim
Ğayb.. Duyumların ve insan ilminin kendisine uzanamadığı, gözden gizli olan her şey. Şehadetin (görmenin) zıddı. Kur'an'da, Allah'ın varlıklarından haber verdiği, ama mahiyetlerini gerçek anlamda bilemediğimiz yerler, varlıklar. Geçmişe ait bilgi ve haber. Görünmez âlem. Vahy, ilahi haber.

Yukarıdaki mana doğru ise fıkıh kitaplarını kuranı kerimle ilgili yazdıklarında örtüşmeyen bazı durumlar ortaya çıkmaktadır..
Mustafa İslam oğlunun gayba vermiş olduğu  soru ve cevabı..
08 Ocak 2013 / 11:25 sitesinden
Soru:
Hocam; Hz. Peygamber’in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?

Cevap:

Kur'an açıkça Rasulullah da dâhil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar (Osman b. Mazun'un hanımına "vallahi yarın bana ne yapılacağını bile bilmiyorum" sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler Rasulullah'ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları "Okumaları"dır. Ve efendimizin okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak değerlendirilmemelidirler.

Nureddin yıldızın fetva meclisi sitesinden…

SORU: Selamünaleyküm değerli hocam. Bir Müslüman veya bir cemaatin kurucularından biri gaybı bilebilir mi? Benim bildiğim kesinlikle bilemez. Hatta bunu kabul etmek küfre götürür insanı. Fakat babamla bazı şeyleri konuşuyoruz. Allah a şükür babamda biraz değişiklik oldu. Fakat bu alim denen zatlar hakkında böyle konuştuğum zaman tartışma çok hararetleniyor, ne yapmamız lazım?

CEVAP:Selamünaleyküm. Allah’tan başkasının gaybı bilmesi mümkün değildir. Allah ise bildirmek dilediğine bildirir, buna diyebileceğimiz yoktur. Bu ‘bildirmeyi dilediği kimse’ olduğunu söyleyenler ya da etrafındakilerin öyle olduğunu reklam ettikleri kimseler, öyle gaybın bildirileceği kimse olmadıklarını ispat etmiş olmaktadırlar. Ancak siz, babanızla bu tür meseleleri konuşmayın.


Yukarıdaki gibi araştırmalarda yüzlerce yazı ..yüzlerce basılı kitap bulabilirsiniz..şimdi üzerinde düşünülmesi gerekn esas konu..kuranı kerimde gaybı yalnız ALLAH CC bildiği üzrere yazılı ayetlere karşın ..resuluna nebisine bu bilgilerde haber verebilceği konusundada ayetler vardır

İşte bazıları..

2:33 -
(Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da,içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?" dedi.

3:44 -
İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın.



3:179 -
Allah, müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır. Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip (gaybı bildirir). O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükafat vardır.

Kuranı kerimdeki ayetlermeal edenler gaybi ALLAH CC bildiğini bazende ALLAH resullarının bazılarına nasip ettiği sonucuna varmaktadır..

Bu tür kesin sonuçlar kuranı kerimde ister istemez başka sorulara iter insanı eğerki tekezzür yapmıyacak düz mantıkla hareket etçek olursak düşünmeye kapılarımızı kapatırız…
Hocalarımızın verdiği cevaplarda ğayb konusunda ara belirtmemekete herkonu ğayb içinde yer almaktadır..hatta bazı hocalarımız ğayb konusunu kesin bir kilitle kapamışlar neredyse bu konuyu tartışmanın bile şirk olduğunu gösterecek hale getirmişler.

Peki ğaybı tam anlıyabildikmi..gerçekmanada ğaybın sınırları nedir..

yukarıda nisa suresinin 119 . ayeti ne başka bir perspektiften  bakarsak .

ve bu meal açıklanmamış ve bu bilim bu buluşu yapmamış şekilde hocalarımıza bu soruyu sorduğumuzda bize vercekleri net cevap aynı olacağından( ğaybı Allah cc bilir ) diyerek kapatacak isek TEZEKKÜR NERDE KALIYOR TEFEKKÜR NERDE KALIYOR..ALLAH CC size okuyun ve düşünün diye KURANIM KERİMİ yolladım ayeti ile zıtlık taşımıyormu…



ULUL ELBAB….
 يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ

Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
6

Diyanet Vakfi
:
Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.


Üzerinde duracağımız ayeti daha güzel anlamamız sağlıyan kelime ulûl elbâb(elbâbi).
Bazı yorumlarda direkt olarak sır olarak kabul etmesi yal nnızca temiz akıl sahiplerinin göreceği bir gözden bahsedildiği düşüncedirki burada açıklana sırlar döngüsü düşünebilirler

ulûl elbab kelime anlamı olarak sırların sahibi demektir. 
lûb:sır,
 
elbab:sırların
 
ulûl:sahib,sahibi
 

ulûl elbab'ın kuranı kerim'deki vasıflarına baktığımız
 zaman onların 
1-daimi zikrin sahibi oldukları (ehli zikir) ,
 
2-hikmetin sahibi oldukları (ehli hüküm) ,
 
3-hayrın sahibi olduklar (ehli hayr) bildirilmektedir.
 

Kuranı kerimde geçen bu kelimenin yalnız akıl sahipleri olarak geçmesi bu keimeyide geçtiği ayetide tam olarak anlamamıza olanak tanımaz…
Bu yüzden bu konu bizim için çok önemlidir..ÖNCELİKLE AKIL SAHİBLERİ KİM ONLAR ÜZERİNDE DURMAK LAZIM YOKSA KURAN OKUYAN HERKEZİN BİR AKLI MEVCUDDURKİ OZAMA AKIL SAHİBİ OLARAK TAM KARŞILIĞI ARAPÇA OLAN ……………………………………kelimesi geçerdi halbuki akıl kuranı kerimde yalnız olarakta geçmiştir..

Bu konudaki bazı düşünceler..

Cürcaninin yaklaşımı…

 

 

Ekşi sözlük..Lütfi BERGEN

bir kuran deyimi olup, akıl ve gönül birlikteliğini sağlamış insanlar demektir. kuran muhatapların dikkatini ebedi gerçeklere çekerken bu deyimi kullanır. bu deyim, hakikati bulmada sadece aklın kafi olmadığını vurgulaması bakımından da oldukça dikkat çekicidir.

 

Derin düşünce (Ulül Elbab = öze ermişler) indînde kullanılan 'zıll vücud = gölge varlık' tanımlaması, o varlığın bizâtihi 'var' olmayıp; algılayana GÖRE 'Allâh isimlerinin bileşimi olarak' açığa çıkışına işaret eder. (15.02.2009 06:28)

 

 

Sülümaniye vakfı sitesinde…

 

 

Soru: Birçok ayette geçen ulul elbab ne manaya gelmektedir? Bilgi verebilirseniz çok sevinirim.
Cevap: 
Kur’an-ı Kerim’de 16 ayette geçen “ulü’l-elbâb” ifadesini “saf akıl sahipleri” olarak dilimize çeviriyoruz. (Bkz: Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat, l-b-b mad., s: 733) Bununla, fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul eden, kişisel zaaf ve beklentiler sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişiler kastedilmektedir.
Bu tabir, sağlam duruş sergileyen kişiler için de kullanılır. Çünkü bu tür insanlar, herhangi bir konuda donanımlı olsun veya olmasın, doğrulara açıktırlar ve gerçek ortaya çıktığında herhangi bir tarafa çekmeden gerçeği kabul edip hareketlerini ona göre düzenlerler. Önyargı ve saplantıları olmadığı için sürekli gelişim halindedirler.

 

 

 

Lütfü bergenin yazsından
El- lübb, ceviz içi, hülasa, öz, cevher, hakikat, safî, temiz, akıl manasındadır. Sert bir kabuğun içinde değerli bir besin olan ceviz ile kafatasının içinde bulunan beyin arasında bağlantı kurulmuştur. Ceviz, beyin, düşünme faaliyeti bir kelimeye bağlanmıştır. Müfredat’a göre “Her lübb [لب] akıldır ama her akıl lübb [لب] değildir”. Müfredat niçin böyle tefrik ediyor? Ragıp der ki, “Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez” (2 Bakara 269) ayeti gereği, Yüce Allah, hükümleri kavrayabilenlerin, hikmeti anlayabilenlerin ancak arı duru akılların lübb [لب] sahibi tanımlanabileceğini ifade etmiştir (El- İSFAHANİ, c: 2, 2007: 528). Yine Müfredat’tan kavrama dair şöyle açıklama getirilmiştir: “لب فلان-يلب (Lebbe filanün-yelebbü) deyimi ise, bir kişinin saf, arı duru akla sahip olduğunu bildirir. لبَّبْتُهُ fiili de, bir kişinin veya varlığın kolyesine vurmaktır. Kolyenin bu isimle anılmasının nedeni ise, göğsün üzerine gelmiş olmasındandır” (El- İSFAHANİ, c: 2, 2007: 528). Müfredat’ta lübb [لب]’ün  “varlığın kolyesi” kavramı ile tarif edilmesi insana “kalb aklını” hatırlatan bir saha açıyor. İslam düşüncesine göre düşüncenin merkezi beyin değildir. Beyin kalb ile düşünür. Yani kalbsiz bir düşünme vücûda gelmez. Zaten hikmet onun için beyin faaliyeti değil kalb faaliyetidir. Modern bilgi paradigmasının bunu anlaması mümkün olmayacaktır. Kur’an görmenin de kafada değil kalbde olduğunu bildirir: “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur” (22 Hacc 46). İnsan eylemlerini belirleme bakımından kalbin işlevi noktasında modern insana söylenebilecek çok şey yok gibidir. Ancak aşık bir insanı bu mevzuuya delil getirebiliriz. Aşık, sevdiğinin adını dahi duysa nabzı yükselir, yüz rengi döner. Kalbin “düşüncesinin” vucûdu böyle sallamasının bir sebebi olmalıdır.
Akıl üzerine bir araştırmada son dönem kelamcıların, -Abduh dahil- aklı kalb ile ilişkilendirdiği ifade edilmiştir. Abduh, Elmalılı ve İsmail Hakkı İzmirli’nin görüşlerini özetleyen Çağlayan, şöyle demekte: “Akıl, kalb ve ruhun kaynağında, beynin ışığında bulunan manevi bir nurdur ki, insan bununla duyu organlarıyla hissedilmeyen şeyleri anlar. Ruhi bir güç olan akıl, duyulardan hareketle duyular ötesini idrak eden veya duyularla elde edilemeyen bilgiyi bizzat keşfeden idrak aletidir. Akıl, duyu ve tecrübe alanına giren olayları bilir. Ancak gayb âlemiyle ilgili hükümlerde yanılabileceği için bu alanda vahye gereksinim duyar. Çünkü vahiy, idrak edilecek kavramlarda aklı güçlü bir hale getirir. Vahiy öyle bir nurdur ki, onun Allah’ın peygamberi aracılığıyla ortaya çıktığını vicdan idrak eder. İslâm’ın ilim ve irfan, akıl ve fikir dini olmasının temelinde akıl ve vahiy arasındaki bu uzlaşı vardır. Akıl ve vahiy aynı gerçeğin farklı şekillerde sunulmasıdır. Son dönem Kelâm bilginleri arasında yaygın kanaat, duyu ve tecrübe dünyasında yanılan aklın gayb âlemiyle ilgili hükümlerde de yanılabileceği ve bu âleme ait bilgileri idrak etmekten aciz kalabileceği için vahye muhtaç olduğu yönündedir. Klasik ve son dönem Kelâmcılarının düşüncelerinden hareketle şu görüşe ulaşılabilir. Kelâmcıların çoğunluğu, akletmekle ilgili bazı ayetleri  delil göstererek akılla kalp arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu, hatta aklın kalpte olduğu görüşündedirler. Bazıları ise akılla beyin arasında ilgi kurarak akli fonksiyonların beyin vasıtasıyla gerçekleştirildiğini savunur.  Bunlardan ikincisini benimseyenlere göre aklın yeri beyindir, fakat aklın eseri kalpte ortaya çıkar. Böylece gözün güneş ışığı sayesinde nesneleri görmesi gibi kalp de akıl ışığıyla bilgileri alır. Akıl ile vahiy veya nakil çatışınca akl-ı selim karar vermelidir (Abduh)” (ÇAĞLAYAN, 2011: 246).
Akletmenin kalb işi olduğu hakkında bir çok çalışmadan bahsedilebilir. İlhan Kutluer’in çalışmasında da bu yaklaşım yeniden zikredilmiş görünmektedir. Ancak bu çalışmada kalbin “temiz” olmasının akletme işini mümkün kıldığı ifade edilmiştir ki, bu Kur’an’a da mutabıktır: “İnsanın hem cismani hem de manevi varlığının merkezinde bulunan “kalb”in işlevidir (Hac, 22/46; A‘râf, 7/179; Tevbe, 9/87; Muhammed, 47/24). Bu merkezî konum sözlük anlamı çekirdek olan ve Kur’an’da akıl anlamında kullanılan “lübb” (ç. elbâb) teriminden de çıkarılabilir. Klasik Arapça sözlükleri de kalp ve aklın Arapçada eş anlamlı olduğunu bu sebeple vurgulamaktadır. Ayetlerde göz, kulak ve kalbin birlikte zikredilmesi duyusal ve akli etkinliğin bütünlüğüne işaret etmektedir. Bir nesne ya da hadiseyi duyu algısı düzeyinde gözlemleyip akli düzeyde kavramayan bir öznenin, Kur’an’ın da belirttiği gibi kör olduğu söylenmelidir (Hac, 22/46). (...) Kur’an’da akletme etkinliğinin hakiki işlevine uygun biçimde gerçekleşmesi kalbin sağlıklı oluşuna bağlıdır. (...) manevi bir hastalığa yakalanmış bir kalpten, akletme etkinliğini gerçekleştirmesi beklenemez.(...) kilitlenmek ya da taşlaşmak suretiyle işlevini yitirmiş, böylece akletme etkinliğinde bulunması artık imkânsız hâle gelmiş ise bu kalbin Allah tarafından “mühürlenmesi” ilahî sünnet gereği kaçınılmaz hâle gelir (Bakara, 2/7, 10). (...) Esasen akletmek ile iman etmek kalbin birbirini besleyen iki eylemidir. Akletme kalbi iman etmeye götürüyorken iman etmek akletmeye sevk etmektedir” (KUTLUER, 2007: 46).
Kalbin akletme merkezi olduğu hakkında bilgileri naklettik. Kutluer’in söylediği gibi kalbin temizliği ile Ulul Elbab adamlar arasında bir bağlantı var. Kitap diyor ki: “De ki: “Habis ile temiz bir olmaz. Habis olanın çokluğu hoşuna gitse de- Ey temiz akıl sahipleri/ Ulûl Elbâb, Allah’tan korkup sakının/ fettekullâhe. Umulur ki kurtuluşa/ leallekum tuflihûn(tuflihûne) erersiniz” (5 Maide 100). Burada refah değil felah zikrediliyor. Dolayısıyla Müslümanca düşüncenin “zenginlik- refah” üzerine eğilmesi geleneksel bir tavır değil. İktisadî çalışmaları zenginleşmeye dönüşmeden harekete geçiren, içtimaî birliği muhafaza etmeye teksif olmuş mürşidler vardı. Örneğin Somuncu Baba- Ekmekçi Koca onca ilmine rağmen somun satardı. Helal ekmek ile temiz kalb arasında da müthiş bir bağlantı vardır. “Ekmeğimle oynama” denir; geçimi bozana “senin kalbin taşlaşmış” denir. İşte bu akıl- dışılıktır. Yani kalbin katılaşması, aklî olandan, vicdanî olandan kopmadır. Böylece Lübb [لب] “günah kirlerinden arınmış akıl”a dönüşüyor. Kirlerden, lekelerden halis bir akıl yada günah kirlerinden arınmış bir akıl [لب] sahibi haline gelmekten bahsediliyor. Çünkü kalb îmanın tezgâhıdır. O temiz ise iman da halis olur. Entellektüel olmak, Kur’an açısından abid ve ahlâk sahibi olmayı icbar ediyor. Entellektüeli kafanın hasılası gören zevat için ise onun ne kadar “beyin teri” döktüğü öne geçiyor. Entellektüel böyle bir zihniyet için “düşünce emekçisi” oluyor.
Fıkıh ve kelam alimleri, kavramak ve idrak etmeyi “akıl” kelimesi ile tercih tarif ederken, sûfiler “kalb” kelimesini kullandılar. Sûfilere göre kalb, keşf ve ilham merkezidir. Çünkü kalb Cenab-ı Allah’ın indiği yerdir, tecellîgahıdır. “ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi/ Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız” (50 Kaf 16) denmiştir. Şah damarı kalbe bağlıdır. Kalb vücuda büyük bir tazyikle kan sevkeder. İmân, kalp huzurunu, sekeneti sağlar, kişiye tevekkül bahtiyarlığını bağışlar. Gelecek kaygısını sindirir. Bu işleri beyin faaliyeti götüremez. Kaygı, felsefi manada beynin işlevi değildir. Düşüncenin kendisi açlık- fakirlik üzerine hesap yapmaz. Çünkü düşünce (beyin) rasyoneldir. Düşünce açısından inanç yoksa herşey mübahtır. İnkâr, umutsuzluk doğurur, ruhu sıkar, kalbe yük olur, vicdanî mesuliyeti boğar. Bu nedenle Kur’an’da Ulul Elbab (akıl sahipleri) denildiğinde “Kalb sahipleri”ni anlamak gerekir. Kalb sahipleri de aslında zikredenlerdir. “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur” (13 R’ad 28). Kalblerin itminan bulması bu ayette zikredilmiştir. Ancak Ulul Elbab’ın zakirler olmasından bahsedilmiştir: “(Kitap) Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir/ Huden ve zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi)” (40 Mü’min 54) ya da “Allah onlar için çok şiddetli azap hazırladı. Ey âmenû olan ulûl’elbab! Öyleyse Allah'a karşı (daha üst takva ile) takva sahibi olun. Allah size zikri (Kur'ân'ı) indirmiştir” (65 Talak 10).
Modern toplumsal hayatın ürettiği entellektüel düşünme cehdini teorik bir faaliyet şeklinde görmekte ve kent dinamiğinde kamusal alanda idealize ettiği bir hedef adına kavganın üzerine oturtmakta. Edward Said’in “taş atan” ve Walter Benjamin’in “kitaplar arasında” fotoğrafı ile Müslüman taakkulu- tezekkürü- tefekkürü- tedebbürü denk görmek mümkün değil gibidir. Zikir ve amelle güçlenmemiş bir entellektüel aktivizm modern aydını sarmış görünüyor. Kur’an kendi aydınını diğer aydın tasavvurundan ayırmaktadır. Bize ait aydın, bugün hiç anlaşılmayacak, hiç bir şekilde özümsenemeyecek özellikler taşıyarak tarihin oluşumuna cehdetti. Müderris Hacı Bayram-ı Veli’nin bir takım vakıflar tesis edip, vakıfta gelen geçen herkese çorba ikram etmesi; çorbanın yapıldığı burçak ziraatinde bizzat çalışması, içtimaî ve iktisadî faaliyetini yoksul ve fakirler için tahsis etmesi; kendisi de tavr-ı melâmat ve fakr u zarûret ve kanâat ve takvâ ile ömr-i şeriflerini güzeran eylemesi” (CEBECİOĞLU, 2004: 62) günümüz “aydın” tavrını boşlukta bırakmaktadır. Modern aydın, aydınlığın temel karakterinin itiraz- cedel olduğuna dair kanaat geliştirirken; Kur’an, akletmek kelimesini “halim” kavramıyla zikrederek başka bir tanımlama getiriyor: “Yoksa onların akılları/ ahlâmu-hum bunu mu emrediyor? Veya onlar azgın bir kavim mi?/ tâgûn(tâgûne)” (52 Tûr 32). Halim kavramının günahları bağışlayan, cezalandırmada acele etmeyen, öfkesine yenilmeyen, cahillerin ve asilerin isyanı  kendisini öfkelendirmeyen, günahları nedeniyle kullarına nimet vermeyi ve iyilik yapmayı kesmeyen anlamlarına geldiği esmaül Hüsna kitaplarında zikredilmiştir. Halim ismi, gücü olduğu halde bağışlayana verilir; gücü olmadan bağışlayana bu isim verilmez. Entellektüel bireye ahlâkî ve amelî zaafını yenecek bir akletme/ tezekkür imkanı bahşedecek geleneğin halkasına bağlanmaya mecburuz. Aksi halde aydının bir cinnet, bir buhran mapushanesine dönüşen tefekkürü kimseye hayr etmeyecektir. Abdülhalik Gücdevanî (ö. 1179), Yusuf Hemedanî, (d. 1048- ö. 1140), Ahmet Yesevî (d. 1093- ö. 1166) Vukûf-i Kalb’ten bahsediyordu. Bu,kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği varlığa bağlanmaktır. Entellektüel, gündelik “hay ve hu içinde” bunu başarabilir mi? Evet gecelere kadar uzanan bir zikir içinde bu mümkün olabilir: “Geceleyin secde ederek ve kaim durarak, ahiretten çekinen, Rabb'inin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak Ancak ulûl’elbab tezekkür eder” (39 Zümer 9).

Yukarıda verdiğimiz örneklerde lul elbab kelimesinin yalnızca akıl sahibi diye anlamak KURANI KERİMİ anlamamıza engel gibi görünmekte..
Şimdide ulul ebab kelimesinin geçtiği ayetlerin bir kaçına bu düşünce ile bir bakalım
               إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Diyanet İşleri
:
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
u’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.



Buradaki ayetleride incelediğimizde yalnızca akılsahibi olmak bu konuya tam ışık vermediği gibi gerçek manada bu türkişilerin hikmet sahibi olcağı hayırlara vasıl olacağı ..ve kişilerin ALLAH cc çokça zikretçekleri beyan edilmiştir..

devamı gelecek...